Tenebron - Bölüm 18 (ŞÜPHELİ)
Görev ekibi yeniden bir araya gelmenin verdiği şevkle daha umutluydu. Yeni bir planın üzerinde çalışıyorlardı. Mordet, Düşkıran ile yaptığı mücadelenin yadigarı yarayı hızla iyileştirmişti. Tabii mucize kesenin de bunda büyük bir payı vardı. Gizlenmek, ateş yakmak ya da derin yaraları iyileştirmek… hepsi de bir izciden beklenecek şeylerdi.
Çantasından çıkardığı rulo yapılmış kağıtları açarak Mordet’i de yanına alan Daimar, Leylak Vadisi’nin epey ayrıntılı bir haritasına bakıyordu. Dün gece bir karar almışlardı: Temir’in kaçış öyküsü, Düşkıran’ın saldırması ve akabinde öldürülmesi ve düşman birliklerinin bölgede görülmesi… bunların hepsi akla tek bir düşünceyi getiriyordu. Yalnız değillerdi.
Karşı tarafın varlığı huzursuzluk yaratsa da elleri boş, gerisin geri de dönemezlerdi.
Temir’in yakalanması, çatışmaya girmeden uzaklaşma istekleri… bütün bunlar bu yabancı birliğin amacının yalnızca “hazıra konma” isteğinden ibaretti.
Neyse ki yanlış hesaplamışlar ve düşman onlara erken saldırmıştı. Daimar konuyu kendince böyle açıklamıştı. Ona dönen Temir ise “Peki size saldırmak yerine neden ‘iş bitmedi’ deyip gittiler?” diyerek herkesin aklındaki o soruyu sordu.
“Çok basit, senin yakalandığını haber almış olmalılar. Sonuçta elinde bir belge olduğuna inanıyorlardı. Ve bizden uzaktaydın. Gereksiz bir saldırıya girip kayıp vermek istemediler. Ama sen kaçtın. Bu da işimizi epey kolaylaştırdı. Zira bilgisizler” diyerek haritanın üzerine yeniden eğildi. “Hala şansımız var. Artık daha dikkatli davranmalıyız. Bu mağarada da daha fazla vakit geçiremeyiz” diye mırıldandı. Temir, Daimar’ın kafasında bir sürü soru soru işaretinin dolaştığını görse de bir şey demedi.
Sonunda Daimar, yeni planı duyurdu: “Belgelerin olduğu bölgeye yalnızca yarım gün uzaktayız. Önümüzdeki yol çok tehlikeli. Hazinemize ulaştıktan sonra büyük iş sana düşüyor Temir! Ama konum değişikliği yapmalıyız. Bu yüzden doğruca F’ye git. Eğer bir sıvıyla durdurulabiliyorsan farklı bir güzergah kullanman en emniyetlisi olur. Zaten dakikalar içerisinde orada olacaksın. Pusulan yanında değil mi?” Diyerek Temir’e baktı.
Temir “evet” anlamında başını salladı. İçi içini yerken yola koyulmadan önce şüphesini biriyle paylaşması şarttı. Daimar ya da Eymaun olabilirdi. Kafasında Mordet ihtimalini peşinen sildi. Bir müddet daha düşündükten sonra Daimar’ı seçti. Biraz da hisleri ona “o doğru kişi olabilir” diyordu.
Mağarada tam bir hazırlık havası hakimdi. Grubun yemek ihtiyacını Mordet karşılıyordu. Son derece becerikli bir avcı olduğu hemen anlaşıldı. Yarasını iyileştirir iyileştirmez yemek sorununu hemen fark ederek harekete geçmiş ve çıktıktan yaklaşık 2 saat sonra ellerinde oldukça iri yabani tavşanlarla dönmüştü. Mordet bu sabah da aynı rutini tekrarlamak için çıktı. Bunu fırsat bilen Temir, su ihtiyacı için ırmağa giden Daimar’a eşlik etmeyi önerdi.
“Pekala yedek mataraları taşırsın o halde” diyerek Temir’in ellerine 4-5 tanesini tutuşturdu. Mağaranın girişinde onları görülmeye karşı korumak için gerilmiş duman hala asılıydı. İçinden geçmek son derece iç gıcıklayıcı geldi. Girdiğinde bunu fark ettiğini hatırlayamadı.
Dışarı çıktıklarında onları hafif soğuk bir hava karşıladı. Şafak yeni söküyordu. Güneşin ilk ışınları alacalı bulutlarla birleşince gökyüzü sanki devasa bir tuvalle boyanmış izlenimi veriyordu. Kızıl ve pembe gözlerinin alabileceği her yerdeydi. Yağmurun az önce dinmiş olduğunu tahmin eden Temir’in burnunu toprak kokusu sardı.
Soğuk hava hafiften titretirken Daimar önde o arkada ilerliyorlardı. Sessizliği yalnızca kuş sesleri bölerken Daimar’ın ağır adımları top mermisi gibi yankılanıyordu. Ama Temir’in içini etrafa baktıkça bir huzur hali kaplıyordu. Bir müddet konuşmayı erteledi. Derken ırmağa ulaştılar.
Daimar hemen işe koyuldu. Bir yandan su doldururken bir yandan da etrafı kolaçan ediyordu. Elindeki mataralardan birini ırmağa daldıran Temir, sonunda kararını verdi. Matarayı sudan yavaş yavaş çıkarırken buz gibi su ellerini kesiyordu. Ama onun hissettiği tek şey endişeydi.
Etrafa son bir bakış attıktan sonra, “Daimar… bir sorun var. Yola çıkmadan önce bunu bilmen gerek.”
Daimar başını kaldırdı: “Konu ne?”
Ona Belibe ile yaşadıklarının eksik kalan kısımlarını anlattı. Daimar’ın tepkisi ise beklenmedik ölçüde sakin ve düşünceliydi.
“Ahh, Düşkıran’la karşılaştığımız andan beri aklımda bu vardı. Bana bunları anlattığın için sağol, en azından bir ihtimal silinmiş oluyor.”
Temir, şaşkın bir bakış attıktan sonra “Bunu biliyor muydun yani!”
“Tahmin ediyordum. O yaratıkla karşılaşmak ve ona yakalanmak. Onun gibi son derece becerikli bir avcı için düşük bir ihtimal”
Usul usul başını sallayan Temir’in elindeki matara yarı yarıya doluydu. “Peki ne yapacağız? Böyle bir tehlike ile doğrudan Tenebron’un kucağına gidemeyiz! Aklında ne var?” Diyerek merakla bakmayı sürdürdü.
“Bu sadece bir şüphe Temir! Bir avcı da olsan pek çok yaratığın tuzağına çekilebilirsin. Bu işin doğasında var. Ağaçtan akarak zihin bulandıran pulları hatırlıyor musun? Bu onlardan biriydi. Belki de tuttuğumuz yol o şeylerle doluydu. Zira Mordet’in huzursuzlandığını hatırlıyorum. Hatta saldırdıya uğradığımız yere varmadan önce de bana ‘Alkanaz’a geri dönebiliriz, zira buradaki bitkiler aklımı karıştırıyor. Hem tanıdık, hem değil!’ Dediğini hatırlıyorum. Şimdi bunları aklında tut. Zira onu hain ilan ederek hata da yapabiliriz. O yokken daha büyük sıkıntılar da başımıza gelebilir. işte burada da grubun lideri olarak şu kadarı verdim: Onsuz ilerlemek sakıncalı. Neler olup bittiğine ancak varmamız gereken yere geldiğimizde göreceğiz. Ama o zaman da emin ol hazırlıklı olacağım”
İçinde rahatlama ile endişeyi bir arada yaşayan Temir, nasıl tepki vermesi gerektiğini bilemeden öylece baktı. Sonra elindeki matarayı yeniden suya daldırdı. Eğilip baktığındaysa suyun içinde elleri kırmızı kırmızı parlıyordu. Sonunda, “öyle diyorsan öyledir” diyebildi.
Şüphe konusunda yalnız olmamak ona iyi gelse de endişesi yakasını bırakmamıştı.
Mataralar dolu, mağaraya dönerlerken yolda Mordet’le karşılaştılar. Elindeyse bu sefer tombul ama görece küçük olan bir şey tutuyordu. Adına Sakallı Geyik de deniliyordu ve orman yaratıklarından biriydi. Yaklaşık 5 yabani tavşana eşit duruyordu.
Mordet’in yüzündeki düşünceli ifadeyi yakalayan Temir, biraz da endişeli bir sesle sordu: “Av epey zorlu çıktı anlaşılan” diyerek tedirgin tedirgin baktı.
O ise doğruca Daimar’a bakıyordu. “Bugün konusunda kesin misin?” diye sordu.
Ne olduğunu soran Daimar’a “Etrafta dolaşan tuhaf tipler gördüm. Hepsi Valeryon belli! Auramı kullanarak biraz gözlemledim. Ancak asıl dikkatimi çeken şey; ne birbiriyle konuşuyorlardı ne de aktif hareket halindelerdi! Bir yere geçip yaklaşık 3 ila 6 dakika arasında bekliyorlardı. Sonra 10 metre ilerleyip Aynı şeyi tekrarlıyorlardı. Sanki havayı koklamaya çalışıyorlarmış gibi. Böylelerini en son F’de görmüştüm.”
Elindeki mataraları bir hışımla sıkan Daimar her yere su sıçrattı. “Bu bir zihin kapan olmalı” diyerek, “ne kadar uzakta olduklarını sordu. Mordet “Yaklaşık yarım saat kadar, tabii benim yürüyüşümle! Yönleri burayı gösteriyor ve o hızla gelmeleri akşamı bulur.” diye karşılık verdi.
“Koklama işini bırakıp buraya doğruca gelmesine neden olabilecek bir ipucu bırakmamışsındır umarım” diyen Daimar’ın gözleri doğruca Mordet’in boynuna attığı hayvana kilitlenmişti.
Mordet ise “Kan yok! Boynu kırık” dedi.
“Pekala, yemek işini sonra hallederiz. Bir an önce buradan ayrılmalıyız” diyerek mağaraya daldı. Burada Eymaun’un çantalar ve gereçlerin başında durması gerekiyordu. Ama Eymaun yoktu.
“Hangi cehennemde” diye tıslayan Daimar, diğer ikisine baktı.
İkisi de şaşkın şaşkın kaşlarını kaldırdı. İçerde ne bir zorlama ne de çatışma izi vardı. Temir’in kafasında yeni ihtimaller belirirken hepsi dışarı bir koşu kopardı. Çünkü mağarada başka bir oyuk yoktu. En önde koşan Daimar aniden durdu. Diğer ikisine 3 koldan ararız. Her yere bakın! Diyerek sağdan ırmağın olduğu yöne doğru koştu. Mordet boynundaki hayvanı bir kenara fırlatıp, yamaçtaki ağaçlığın içinde kayboldu. Temir ise bir sağa bir sola bakarak ne yapacağını bilemeden bir müddet kalakaldı.
“Bu da ne şimdi?” diye kendi kendine söylenerek doğruca karşıya sık çalı öbeğinin içene daldı. Her yerini dalların keskin uçarı iğnelerken yüzünü acıyla buruşturdu. Ama koşmaya da devam etti.
Tehlikeyi son anda fark eden Temir, az kalsın yeniden hız gücünü kullanacaktı. Kendini zorla durdurdu. Bir kere hızını kullanırsa yine kaybolurdu. Çünkü tam kapasitede yalnızca doğu-batı ayrımı yapabilirdi. Ayrıca diğerlerine durumu açıklasa da bu sefer şüphelerin odağı haline gelebilirdi. Durup bir ağaca tutundu. Nefesini düzenlemeye çalışsa da kalbi deli gibi çarpıyordu. O da doğruca önüne bakıp bir koşu kopardı.
***
Daimar, ırmağın olduğu bölgeye geldi. Eymaun diye bağırarak bir süre etrafta koşuşturdu. Irmak boyunca ilerlerken deli gibi etrafına bakınıyordu.
“EYMAUN! EYMAUN! HANGİ CEHENNEMDESİN!” Derken solundan karanlık ve ağır bir ses ona yanıt verdi:
“Böyle bir yerde bağırmamalısın! Unutma ki ses izden önce ele verir”

Yorumlar
Yorum Gönder