Tenebron
Kendini ne kadar rahatlatmaya çalışırsa çalışsın gerginliğini üzerinden atamıyordu. Önceki gün verilen emri kafasında evirip çeviren Temir, kendini o kadar halsiz ve bitkin hissediyordu ki, “acaba bir ayağımı diğerinin önüne koyabilir miyim?” Diye düşünmeye bile başlamıştı. Hiç bilmediği bir bölgede hiç bilmediği bir yaratık avı! Ona çok absürt ve imkansız geliyordu.
Evet, onun da diğer askerler gibi yeteneği vardı. Süper sonik bacaklar, yalnızca 30 saniyede 50 mil gidebilirdi. Ama bu yaratık avı da neyin nesiydi. Yaratığın özelliklerini bilmiyordu. Onun için avantaj gibi duran hızlı hareket etme ne kadar işe yarardı? Ya yaratık da o kadar hızlıysa ne olacaktı? Kendisini bu göreve seçen komutanlar bunu neye göre yapmışlardı? Bir şeyden emindi zira bu onun savaşı değildi ancak verilen emirler onu bu durumun içinde olmaya zorluyordu.
Oldukça zayıf ve sıska görüntüsünün arkasında çevik ve zeki bakışlara sahip olan Temir, alnındaki yeşil bantla her an kaçmaya ve harekete geçmeye hazır tez canlı izlenimini pekiştiriyordu. Orta boylu sırtı öne doğru eğimli kambur bir görünüme sahipti. Sanki doğduğundan beri askermiş izlenimini veren üniformasıyla öyle bir bütünlük sergiliyordu ki onu bu meslekten ayırmayı imkansız kılıyordu. Yakışıklı değildi. Her haliyle ortalama bir insan görünümündeydi.
Başındaki kasketini bir hışımla eline alıp buruşturdu. Bu sık yaptığı bir hareket değildi. Onu görenler hayretle seyretmeye başladı.
Çevresindeki insanların varlığını fark eden Temir, durup derin bir nefes aldıktan sonra, “Bugün de pek bunaltıcı değil mi? Yani… ya.. çok sıcak… ve.. ve…” gevelemelerle sesi kaybolup gitti.
Ancak bu söyledikleri diğer askerler tarafından da ani hayıflanmalarla desteklenince bir an için rahat bir nefes aldı.
Dikkatleri üzerine çekmeden hızlı adımlarla ana karargaha ilerleyen Temir, koşmamak için kendini zor tutuyordu.
Çevresinde bir kaç ofis niteliğinde müstakil yapıların bulunduğu alan oldukça genişti. Yeşil renkli tek katlı binalar bir oval oluşturuyor ortasında ise genel talim için geniş bir alan bulunuyordu. Binaların hemen arkasında ise dağlara uzanan orman başlıyordu.
Ana karargahta göreve kimlerin katılacağını belirlemek için üst rütbeli komutanların yaptığı toplantı hala bitmemişti. Ama kötü şans ki onu ve Daimar’ı otomatik olarak seçmişler yanında 4 asker daha belirlemek üzere bir seçim için toplantı odasına kapanmışlardı. Karargah kapısında alnı ter içinde sonucu bekleyen Temir, yanında onu izleyen Daimar’ın meraklı bakışlarını bir müddet için fark etmedi. Sonra Daimar konuştu:
– Bu toplantı niye bu kadar uzadı?
Temir, önce irkildi sonra da homurdanarak cevap verdi:
– Nereden bileyim? O yaratık yüzünden herkes ölüme gidiyor, sıra bize geldi.
Son cümlesini öyle kısık sesle söylemişti ki Daimar bile dudaklarını okumasa anlayamayacaktı. Bunun üzerine Daimar bir an düşündü ve tekrar konuştu.
– En azından sen hızlısın. O bacaklarla kaçma şansın var. Biz öylece kalacağız. - diyerek ters ters söylendi.
Temir gözlerini kaçırdı. Cümleye dönüşmemiş bir korku, yüzünde asılı kaldı.
Sahiden de onun gücü bacaklarındaydı. Daimar ise iyi dövüşürdü. Kim yanında Daimar’ı görse kendini güvende hissetmeden edemezdi. Ama bunları duymak Temir’e yinede iyi gelmedi çünkü gafil avlanacağından korkuyor, kendini zor bir durumun içinde bulmaktan endişeleniyordu. Zira onun görevi; uzak mesafelere bilgi ve emir taşımak olmuştu ama şimdi bir yaratıkla yüzleşmek ki dövüşte pek iyi sayılmazdı, o diğer askerlerin işiydi. Bir an bu düşünceler dönüp dururken kendini haksızlığa uğramış gibi hissetti.
Daimar ise canı sıkılmış gibi postallarıyla bilinçsizce yeri eşeleyemeye başladı. İçten içe Temir’in bu umutsuz görevde olması bir yana hiç güven teksin etmiyordu. Deminki sözlerine bile yanıt vermeden kendi kendine konuşmaya devam ettiğini görmek canını iyiden iyiye sıktı.
Kendi kendine “ayak bağı olur… bu anlamsız!” Gibi cümleleri kafasında evirip çevirirken elleri ceplerinde karargah kapısında yarım bir daire çizerek yürüdü. Temir ile Daimar oldukça farklı idi. Daimar tam bir dövüş adamıydı. Uzun boylu yapılı ve çevik vücudu ile çok güçlü bir görüntü sergiliyordu. Temir’deki kadar hesapçı bakışlara sahip değildi. Yüzü sert, bakışları ise oldukça berraktı. Görev için düşündükleri Temir’e belirttiği gibi değildi. Çünkü daha kötü ve çetin görevlere de katılmıştı. Onun için en zor ve ölümcül olan Leylak Vadisi görevi olmuştu. Aklına o görevin anıları hücum etmesi onu duraklattı.
Tenebron’un hayali zihnine yansıyınca içten içe ürpermeden edemedi. Zira başarılı olamadığı tek göreviydi bu. Kimse onu suçlamasa da o bunun utancını hala içinde taşıyordu. Zaman zaman Leylak Vadisi’ne ait görüntüler rüyalarına girsede kendini başka işlerle oyalamayı da başarabilmişti.
“Kötü anılar…” diye kendi kendine mırıldanan Daimar hoşnutsuz bakışlarla Temir’i süzmeye devam etti. Sonra kapı aniden açıldı.
Her iki askerde gafil avlanmış gibi yerinden sıçrayarak hazır ola geçti. Daimar, vakur bir görüntü sergilerken Temir, ölüm emri verilmiş gibi vücudu gevşekçe kala kaldı.
İki asker arasındaki fark gözle görülmeyecek gibi değildi. Komutan Tarmon, sert bakışlarla ikisini de süzdü. Sonra hükmünü açıkladı.
-Bu görev için siz ikiniz zaten seçildiniz. Yanınızda, Mordet ve Eymaun’da olacak. 4 kişi yola çıkacaksınız. Şimdi gelin görevin ayrıntılarını konuşalım.
12 kişilik masanın etrafına oturan 6 adam asker olmanın getirdiği agresif tutumla birbirlerini süzmeye başladı.
Daimar bir an için elinde olmadan rahatladığını fark etti. Eymaun’un olması görevi oldukça kolay hale getireceği inancındaydı. Ama gidecek askerlerin sayısının neden 4’le sınırlı kaldını anlayamadı.
Komutanların yüz ifadelerini okumaya çalışan Temir ise pis bir şeylerin kokusunu almış gibi yüzünü buruşturdu. Zira masada bulunan 2 yüksek düzeyli komutanın da varlığı görevin beklendiği kadar kolay olmayacağı izlenimi edinmesine neden oluyordu.
Temir ile Daimar’ın tam karşısına oturan Eymaun ile Mordet ise konuyu anlamaya çalışıyordu. Toplantı boyunca birçok soru sorulmuş ve yetenekleri sınanmıştı. Yalnızca bir yaratık avı denilse de bunun daha ileri ve zorlu bir görev olacağı inancı iki askerin yüzüne de kazınmıştı. Eymaun, tıpkı Daimar gibi oldukça güçlü ve kuvvetli bir görüntü sergiliyordu. Sert bakışlı ve sanki hayatta hiç bir korkusu yokmuş gibi duran yüz ifadesi bütünlük içindeydi.
Mordet ise oldukça sessiz ve meraklı bakışlara sahipti. Ona göre en şaşırtıcı olan göreve Temir’in de seçilmesiydi. Karşısında iki büklüm ter içinde kalmış adama yeniden baktı. Fiziksel olarak Daimar ve Eymaun’dan bir baş kısa olan Mordet, geniş omuzları ve heykel traş olduğunu düşündürecek kadar büyük ve sert elleri vardı. Ama ne Temir ile ne de diğer iki askerle de hiç aynı göreve çıkmamıştı. Usullerini bilmiyor neden aynı takımdan adamlar seçilmedi diye merak ediyordu.
Oldukça yakışıklı bir yüze sahip olan Eymaun ise bir an Daimar’a soran gözlerle baktı.
Nereye gidiyoruz? - Komutan Tarmon onun sözlerini adeta duymuş gibi gözleri doğruca Eymaun’a dikildi.
Leylak Vadisi’ne gidiyorsunuz….
Yorumlar
Yorum Gönder