Tenebron - bölüm 16 (BİR PLAN)

Geçmişte yaşanan olayların ağırlığı bir bir yüzeye çıkarken, her an her yeni günde bir başka felaket gelip yüzüne çarpıyordu. Tenebron gerçekten gitmiş olabilir miydi? Kendi zihninde olasılıkları bir bir tartarken bir hayal dünyasının içine dalmış gibi hissetti. Tüm grubu büyük bir felaketin içine savurmak da mümkündü. Peki ne yapmalı, nasıl düşünmeliydi? 


Oturduğu masanın keskin kenarına gözü ilişen Tarmon, yine kendi düşüncelerine gömülmüştü. En olmadık ihtimalleri böylesine pervasızca ortaya atarak en büyük zararı kendi elleriyle mi getirecekti? Bir hışımla önündeki bardağı kavradı. Çayı soğumuştu.


“Ne oluyor bana? Tenebron gitti demek de ne oluyor? Ne vardı aklımda? Böylesi bir zamanda sırtını dayayabileceğin insanların sayısı bu kadar azken bir de böyle bir argümanla iyi yapmadım! Ne yapmalıyım? Gözleri karanlık birer kuyuya dönerken, sabit bir noktaya odakladığı bakışlarını, Markim’e yöneltti. 


Onca savaşların, kargaşa ve kaos içinde geçirdiği otuz yedi yıllık hayatının en zor sınavını verdiğini hissediyordu. Tarmon, hiçbir evrede kendini bu kadar çaresiz ve yenilmiş hissetmemişti. 


Öfkeliydi ama iflah olmaz bir sakinlik içinde öylece durup dinlemek ona şaşırtıcı geliyordu. Kendi hayatı içinde bir çok olaya en üst perdeden verdiği tepkiler aklına gelince, değişmeye başladığını düşündü. “Daha mı politik oluyorum ya da daha mı stratejik” diyerek yine düşüncelere dalsa da, ortamı kokladığında yapması gerekenin sonuna kadar dinlemek olduğunu hissediyordu. 


Markim, elleriyle çenesini sıvazlarken, bir an için bakışları Tarmon’a kaydı. Kaşları havada kararsızlık içinde titreşiyordu. En sonunda, “Bunu neye dayanarak söylüyorsun? Evet bir yerde saldırılar durmuş olabilir ama bu kurban taktiği olamaz mı? Evet, bir bilinç taşımadığı söylense de o bir avcı, avı seyrekleşirse o da mutlaka yeni yollar bulacaktır. Böyle bir ihtimalın olabilirliğini zayıf bulsamda, itiraf etmem gerekir ki imkansız da değil” diyerek yanıt bekleyen bakışlarını Tarmon’a dikti. 


Tarmon’un gözleri Markim’in apoletindeki gümüş hilale kaydı. Loş ışıkta parlıyordu. Markim odaya ilk adım attığında beliren düşünce aklına yine geldi. Neden çift nişan? Yalnızca 3 ayda ne yapmış olabilirdi? Garnizon Başkomutanı olmak hem de F bölümünün… çok ilginç ve düşündürücüydü. Yalnızca bir kaç saniye içinde aklından bunlar gelip geçerken, Tarmon, yüzünü Markim’e değil masanın cilalı yüzeyine dikerek konuştu: “Bu yalnızca bir varsayım? Yüzde yüz böyle diyemem ama ihtimaller arasında olabileceğine de şüphe yok! Çürümüş kan kokusu, biçimsiz cesetler, parçalanmış uzuvlar… bunlar 7 yıldır görünmüyor. Öylesine büyük bir bölgede evini taşımış da olabilir… Hepsi ihtimaller arasında. Ancak şu da açık ki daha çok ipucuna ihtiyacımız var. Özellikle görev ekibinin kaderi konusunda!” 


Düşünceli ve artan bir merakla Tarmon’a bakmayı sürdüren Markim başını hafifçe yana çevirdi: “İlginç ki hala aynısın… ama seni gördüğümden bu yana fazlaca temkinlisin de Tarmon komutan.” 


Tarmon hafif gülümsemekle yetinerek Markim’in hemen arkasında bulunan kitaplığa doğru bakarak konuştu. Daha çok gözleri dalmış gibiydi. Ağzından çıkan her bir kelimeye daha yön veremeden çoktan alıcısına sansürsüz ulaşıyordu. “Tenebron ne yapmış ne yapmamış…” duraksadı. Her bir kelimede sözleri daha da ağırlaşırken kaş altından keskin bakışlarını yeniden Markim’e yöneltti. 


“Bütün hikayeyi biliyorsunuz, artık tanıdık sohbetine bir son verelim biliyorum bunu söylemek hele de önceki başarısızlıktan sonra bana düşmez ama görev ekibi ilerlemeye devam ediyor. Karşılarında ise bir düşman var. Belki Tenebron da… davranmazsak her şey için geç olacak.” 


Derin bir nefes alan Markim, konuşmadan önce bir müddet bekledi. Muzipçe bir bakıştı bu… sonra usulca ama insanı çileden çıkarabilecek bir sakinlikle aklındaki planı anlatmaya koyuldu. 


***


Kasvetli toplantı odasından çıkıp etrafı ormanla çevrili karargahın ferah avlusuna adım atmak onu daha iyi hissettirmişti. Yol boyunca attığı her bir adımda Markim’e karşı saygısı giderek artıyordu. Tarmon, içinde belli belirsiz bir heyecanın kıpırtısını hissetmeye bile başlamıştı. Yalnızca bir kaç saat içinde adeta nakış gibi işlenmiş bir harekatı dizayn etmek… şüphesiz kendisinin haftalarca üzerinde çalıştıktan sonra ancak ortaya koyabileceği bir plandı bu! Markim’e ne olduğunu merak etti. Aniden durup dizlerinde biten çizmelerinr görmeyen gözlerle baktı. “Acaba öyle mi oldu, acaba….” Dedi ve duraksadı, kaşları çatılmıştı. Sol kolunu tutup sıktı.


Aklına gelen çılgın düşüncelerle savaşmaya koyulan Tarmon’un omzu oldukça serp bir şeye çarptı. Dönüp bakınca bunun Cayir olduğunu fark etti. Bu F’den gelen  ve bir süre önce beraber çalıştığı Valeryon’dan başkası değildi. 


“Ooo Tarmon komutan, bu ne dalgınlık? Gören de eski dikkatiniz gitmiş sanır.” Diyerek muzipçe gülümsedi. 


Tarman’da gülümsemek için kendini zorladı. Yine aklına “değişen yalnızca Markim değil anlaşılan” diyerek tüm vücudu ona dönecek şekilde selam verdi. Aklına konuşabilecek bir konu gelmedi. Ama sessiz de kalamazdı. Bir şey söylemesi gerekti. O da: “Markim ekibini iyi seçmiş” demekle yetindi, gözlerini ona dikerek. Derken hemen ardından gelen postal takırtılarını duydu sonra bir öksürük sesi, döndü bu Kelebir’di. 


“Efendim, her şey hemen hemen hazır gibi” derken yüzündeki huzursuz hali fark eden Tarmon, gözleriyle söze dökülmeyen bir işaretle sordu: “Ne oldu?” O da eğilip kulağına bir şeyler söyledi. Tarmon’un yüzü katılaştı. Sonra haşin bir sesle “tamam” dedi. Kelebir’in yüzüne cinayet işlemeye ramak kalmış bir hal okunuyordu. Bunu Cayir’de gördü. 


“İşte böyle…” gülümsüyordu ama bu gülümsemeden çok şey çıkarabilirdi. Yeniden ona dönen Tarmon, “Böyle sürprizler oldukça eğlenceli olmalı… Bakınsanıza, disiplini ve hiyerarşi bir kenara koyulduğuna göre” dedi derin bir nefes aldıktan sonra. 


***


Sanıldığının aksine ne 7 ne 15 ne de 30 adam gidecekti. Kararlaştırılan 150 kişilik bir bölük çıkarmaktı. Bölgeye çoktan gönderilen F Garnizonundan izcilik eğitimi de olan Fecrin Teni’ler (haberci) yollanmıştı. Gelen ilk bilgilerde ise belli bir bölgeye işaret ediliyordu. Tarmon ilk duyduğunda neredeyse küçük dilini yutacak gibi olmuştu. Çünkü söz konusu bölgeye ilişkin raporlarda yaklaşık 2 bine yakın düşman askeri tespit edilmişti.  2 bin kişilik bir tümene karşı 150 kişilik bir takımın yola çıkarılması ise şaşılacak bir şeydi. Ancak Markim’in okuması için kendisine uzattığı raporun devamında bu birliğin büyük bir kısmının zayıf neferlerden oluştuğu anlaşılıyordu. “Burada da tahminler devreye giriyor” diyen Markim’e göre üst düzey Valeryonların 50’yi bulmadığı inancıydı. 


Hem mantıken hem de taktiksel olarak bu kadar insanın devreye sokulmuş olması Markim’e inandırıcı gelmiyordu. Öyleyse bu adamlar zayıf güce sahip olan kolay lokmalardan oluşabilirdi. Öyleyse burada ne yapılmak isteniyor? Diye soran Tarmon’a Markim’in verdiği yanıt oldukça keskindi:


“Hedef şaşırtmak! Ayrıca biliyor musun Tarmon, senin ‘Tenebron gitmiş olabilir’ tahminin tutmuş olabilir. O bölgeye bu kadar askeri konuşlandırmak için başka bir neden bulmak zor duruyor. Oraya gittiğimizde çer çöple ilgilenmeden doğruca ana hedeflere yoğunlaşmalıyız.”  


Devamı gelecek… 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tenebron

Tenebron - bölüm 2 (Doğu Kapısı)

Tenebron - bölüm 4 (KOZA)