Tenebron - bölüm 15 (F GARNİZONU)
Komutan Tarmon’un yüzü geçmek bilmeyen saniyelerin ağırlığında daha da gerilmişti. Gözleri Benzo’ya dikilmiş hükmünü beklerken, aklı devamlı görev ekibine kayıp duruyordu.
Yüzünün her bir karesinde sabırsızlık iması okunurken Benzo’nun kaba ve ağır sesi diğer bütün sesleri bastırıyordu. Odanın dışından gidip gelen pastal takırtıları, yine içerde nefes alış verişler, hatta yankılanan boşluk hissi bile bu tehditkar sesle boy ölçülemez gibiydi.
En sonunda “Bu rapor edilecek!” Diyen Benzo, canından bezmiş gibi görünen Tarmon’a gözlerini dikmiş bakıyordu. Havadaki ağırlık içinden çıkılmaz bir hal almaya başlarken en sonunda dayanamayan Tarmon, “peki şimdi ne planlıyorsun? Artık olan oldu ve ben cezama razıyım ama! Burada beklediğimiz her saniye gümüş kandan daha da uzaklaşmamıza neden oluyor. Merkez bu konuda F garnizonundan özel ekip yollar mı hem de hemen? Eğer bu uzun sürecekse oluşturduğum ekiple yola çıkmaya hazırız.” diyerek sözünü çabucak bitirdi.
O da gözlerini Benzo’ya dikmişti. Ama Benzo bu konuda tek başına karar verebilecek yetkiye sahip değildi. Diğer ikisine dönerek “Nergenya bağlantıyı sağla!” Diye emretti.
Nergenya başını “tamam” anlamında sallarken gözleri aniden elektrik mavisine döndü. Ellerini yukarı doğru kaldırarak karşısındaki duvardan bir noktaya seçip o bölgeye yoğunlaştı. Duvara bir şeyler temas ediyordu. Gözle görülmese de havada oluşan şeffaf dalgalar belli belirsiz seçiliyordu. Hemen duvarda bir oyuk oluşturmaya başladı. Geçit vermez gibi duran kayalar sanki asitle eritilmiş gibi açıldı. Ancak dikkatle bakınca oyuğun kanar kıvrımları buğulu bir perde gibi kıpırtılıydı.
“Bu gerçek bir oyuk değil” diye aklından geçiren Tarmon içinden çıkanları gördüğünde bir an için donakaldı.
Arkadaşlıkları daha da eskiye dayansa da yalnızca 3 ay önce Bermen bataklığı görevinde yan yana çalışmışlardı. Görev kısa sürse de komutan Markim ile sıkı bir ahbaplık kurmuştu. Ancak onu şaşırtan Markim değil rütbesiydi. Çift nişan taşıyordu.
Şaşkınlıkla “tebrik ederim” diyen Tarmon’un ağzından çıkan ilk kelimeler bunlar oldu. Kafasından her şey bir an için silinmiş bir şekilde, bambaşka bir aura taşıyan eski dostuna bakıyordu. Bu böbürlenmek ya da ona benzer bir şey değildi. Yalnızca değişmişti, o kadar! Güç seviyesinin de gözle görülür bir biçimde artmış olduğunu görmek onu daha da hayrete düşürmüştü.
Sonra kafasında ani bir şüphe kıvılcımıyla arkasından gelen ekip üyelerine gözleri kaydı. Bir şey söylemek için erken olduğunu düşünürken oyuktan 7 adam çıktı. Öyle kuvvetli bir Aura taşıyorlardı ki, oda yayılan güçle helezonlar içinde dalgalanmaya başladı.
Bunlar kesinlikle F garnizonunun Valeryon’larıydı. Aralarından 3’ünü ilk defa görüyordu. Diğer dördü, Cayir, Felk, Mark ve Maa idi. Hepsi de güç Valeryon’uydu.
Gözlerini ihtişamla duran adamlarda zorla çekmeyi başaran Tarmon, bir kaşı havada eski dostuna baktı. Sonra kelimeler ağzından istemsizce dökülmeye başladı:
“Ben merkezin olanlardan şimdi haberinin olduğunu düşünürken bu oldukça ilginç bir tablo oldu”
Markim gülümsedi bu kontrollü bir gülümsemeydi. Aynı şüphe kıvılcımını Markim’in gözelinde de gören Tarmon, süzüldüğünü daha doğrusu tartıldığını hissetti. Sonra Markim konuştu:
“Aslında neler olduğu konusunda en ufak bir fikrim bile yok! Buraya bunu öğrenmeye geldim. Bizim bildiğimiz tek şey Komutan Allarn’ın öldürüldüğü ve sahte Allarn’ın burada olduğu. Şimdi olanları dinlemek isterim”
Konuşmadan önce gözlerini duvarla birleşmiş gibi duran Kelebir’e çeviren Tarmon ondan “temiz” işareti alınca boğazını temizleyerek bütün hikayeyi yeniden anlattı.
Önce şaşkınlıkla kaşları havaya kalkan Markim’in daha sonra inanmazlıkla yüzünün çarpıldığını görmek Tarmon’da istemsiz bir tatmin hissi yarattı.
Bir süre öylece boşluğa baktıktan sonra zar zor konuşan Markim, “peki Temir’in bir Gümüş Kan olduğunu nasıl öğrenmişler?” Diye hayretle sordu.
Karanlık bir ifadeyle yüzü ağırlaşan Tarmon, “Bir İdrak Bekçisi… ellerinde bir İdrak Bekçisi var! Temir’e verilen görevler genelde resmi yazışmalar olurdu. İki tarafın yaptığı anlaşmalar ve varılan mutabakatlar bizim yani Arner İmparatorluğu ile özellikle Neşheret ve diğer ülkeler arasındaki özel yazışmalar için görevlendirilirdi. Temir yaklaşık 1 yıl önce bizim garnizona atandı. Daha önce sizin yanınızda yani F’de çalışıyordu. Ülkeler arası haberleşme gibi çok Kritik bir görevi bıraktırıp garnizonlar arası haberleşmeye vermenizin bir sebebi var mı? Zira bunu Temir’e sordum ama net bir yanıt alamadım. O da şaşkın gibiydi. F garnizonuna da yazmıştım. Ama Komutan Anel bana elle tutulur bir gerekçe sunmadı. Tek söylediği şey F’ye uygun değil, peki G’ye neden uygun?” Diye sordu.
Markim, “Temir’in Gümüş Kan olduğunu nasıl anlamışlar? Ve gerçekten ellerinde bir idrak bekçisi olduğunu öttü mü yani!” Diyerek imalı bir bakış fırlattı.
Tarmon, karanlık bir gülümseme ile o bakışa aynen karşılık vererek, “Her zaman konuşturmak için özel yöntemler vardır. İdrak Bekçisi Temir’i görev yaptığı sırada fark etmiş. Sanırım epey yanından geçti ama Temir bunu fark etmedi.” Diye yanıtladı.
Tam o sırada konuşan Obzomas ise, “Beni asıl şaşırtan İdrak Bekçisi’ni şekil değiştirene neden söylediler? Önünde sonunda yakalanacaktı, böylesine önemli bir bilgiyi neden açık etsinler?” Diyerek biraz daha bilgi alma umuduyla Markim’e baktı.
Ama konuşan Tarmon oldu:
“Gözdağı için… peşimizden gelmeyin demek için, onu bize bırakın demek için… İdrak Bekçileri’nin nasıl çalıştıklarını bildiğini umuyorum. Düşünsene bir gecede tüm güçlerini senden çalabilir. Böyle düşününce gerçekten anlamsız geliyor değil mi? Ama bir Gümüş Kan, İdrak Bekçisi’nin tam zıddıdır. Gümüş Kan’ın güç bahşetme yeteneği var. Geliştiğinde ve yeteneğinin doruğuna ulaştığında kendisine denk tek yaratık başka bir Gümüş Kan olur ancak. İdrak Bekçisi de olsan ona eşit olamazsın.”
Gözleri bir an için hayretle açılsa da başını ağır ağır sallayan Obzomas, “Peki şimdi ne yapacağız? Böyle bir durumda ‘buyrun sizindir’ diyemeyiz” dedi. Ciddi bir ifade takındığı yüzünde şimdi sıkıntı izleri seçilebiliyordu. Bu sefer doğrudan Markim’e bakan Obzomas, “Plan nedir? Bir şeyler düşünmüş olmalısınız? Tarmon’un fikri hemen yola koyulmak bütün olanları dinledikten sonra sizin fikrinizi de duymak isteriz” diyerek yeni gelene bakmayı sürdürdü.
“Öncelikle ihtiyacımız olan şey evet bir plan! Zira şimdi onların peşine düşsek bile isteyelim ya da istemeyim onların belirlediği yere, onların belirlediği zamanda gitmiş olacağız. Asıl mesele gittiğimizde ne bulacağımız? İdrak Bekçisi gerçekten beklenmedik bir haber ve oldukça büyük bir dezavantaj veriyor. Şu ana kadar Temir’in yakalandığı kanaatinde değilim. Zira her şeyi hesaba katarsak eğer, burada Tarmon’a bakış fırlatan Markim, “Sahte Allarn hala buradaydı değil mi?” Diye sordu.
Tarmon kafa sallamakla yetindi. Öyle bir konsantrasyonla dinliyordu ki, ağzından çıkan her bir cümleyi adeta yutuyordu.
Şimdi ofisin içinde toplantı masasına oturan 12 adam ve bir kadın, Markim’i dinliyordu. Tarmon’u burada şaşırtan olay, kendisinin de plana dahil edilmesi olmuştu. F Garnizonunun ünü o kadar yayılmıştı ki kimileri Tenebron’la dahi baş edebileceklerine bile inanıyordu. Buna pek ihtimal vermeyen Tarmon ise yeni gelenleri bir bir süzdükten sonra Tenebron değilse bile İdrak Bekçisiyle baş edebilecekleri inancındaydı. Zira bir gücün çalınabilmesi için temas gerekirdi. Bu adamlara ise yaklaşıp da birinin temas edebileceğine inanmak zordu.
“Beni burada asıl şüpheye sokan şey neden Leylak Vadisi’ni seçtikleri? Bu tam bir çılgınlık! Tenebron’u yanına çekemezsin! Genel görüş bir bilinç taşımadığı yönünde. Ama bir gümüş kanı ele geçirmek için Tenebron’un bölgesini seçmek akıl karı değil” parmaklarıyla şakaklarına yavaşça vuran Markim, “Ne planlıyorlar acaba?” Diyerek uzun uzun düşündü.
Tarmon ise derinden gelen sıkıntılı bir ruh hali içinde, ”Acaba Tenebron gitmiş olabilir mi?” Diyerek merak ettiği soruyu ortaya bırakıverdi. Herkesin açılmış gözlerle hayret içinde ona baktığını görünce, aklına gelen ihtimali şöyle açıkladı:
“O kadim yaratığın o sınırlarda kalabilmesi için olabilecek en güçlü tılsımlarla bir duvar örüldü. Bu durum da Tenebron’a başka alanlar bakmaya sevk etmiş olabilir mi? Zira 7 yıldır Tenebron’dan gelen hiç bir hareket ya da hamle yok. Bunu sizde biliyorsunuz.” Diyerek Markim’e baktı.
Markim konuşmayınca sözlerine devam eden Tarmon, “Biliyorsunuz ki Tenebron’un bölgesi millerce genişlikte bir kısmı Arner İmparatorluğu içinde diğer kısmı ise Neşheret’e bakıyor. Açıkta kalan diğer kısımlarda duvar yok ama o kadar uzak bölgelere gider mi bilemiyorum.” Dedi.
“İşte bu ihtimal her şeyi değiştirir” diyen Markim, hem işin olabilirliğini kafasında tartıyor hem de böyle bir durumda yüz binlerce kilometrelik bir alanın boşta kaldığı ihtimalinin korkunçluyla yüzleşiyordu.
“Al sana başka bir yüz yıl savaşı daha!”
Çok güzel devamı sabırsızlıkla bekliyorum 🫠
YanıtlaSil