Tenebron - Bölüm 14 (ÜÇ MİSAFİR)
Sabrının son demlerine geldiğini hisseden Komutan Tarmon, Encad’ın anlattığı hikayeyi kafasında evirip çeviriyordu. Ancak dikkatli bir göz için bu anlatılanlarda boşluklar bulmak zor değildi. Onu konuşturmak için yalnızca 1 saat yetmişti.
Kafasının içinde işin olurunu tartan Tarmon, öğrendiği bu yeni bilgiyle ne yapacağını bilmiyordu. Kendi garnizonunda bir Gümüş Kan vardı. Ve yine onu kendi elleriyle tuzağın içine yollamıştı. Sert ve keskin kaşları öfkeden daha da diken diken olurken kollarındaki damarlar gittikçe daha da geriliyordu. Derhal yola çıkması gerekti. Ama izci ekipten de bir haber yoktu.
“Şüphesiz,” diye düşündü; “şüphesiz garnizon casus dolu. Encad’ı yani sahte Allarn’ın sorguya alındığını tuzağın öğrenildiğini çoktan haber almışlardır. Sorun oraya vardığımızda bizi neyin bekleyeceği! Aptal kafam ne diye Temir’i yolladım ki? Hoş yollamasam da bir şekilde onu avlayacaklardı. Buna yelteneceklerine eminim.”
İki elini de başında birleştirip hızla sıkan Tarmon, sancılı bir kararın eşiğinde bir müddet öylece dikildi. Zindan karanlıktı, dikdörtgen bir pencerenin minicik camından içeri giren yalnızca cılız bir ay ışığıydı. Tarmon’un ayaklarının dibinde bir adam yatıyordu. Sol kolu biçimsizce yine sola meyletmiş, ayakları ise sanki gövdesine doğru çekilircesine uzatılmış gibiydi. Her yanı kan revan içinde bilinçsiz bir titreme nöbeti geçiren adamın 1 saat önceki tarzından eser kalmamıştı. Kasılmalarla sarsılan Encad'ın başucunda bağdaş kurmuş ve yüzü yarı karanlığa gömülmüş bir adam daha duruyordu. Emir ya da komut bekler gibiydi.
Sonunda ellerini başından çeken Tarmon, bir karara varmış gibi gözleri kapalı iki eli iki yanında başı ise dua eder gibi göğe doğru kalkmıştı. Gölgeler içinde bekleyen diğer adama hitap ederek konuştu:
“Kelebir, yanına 3 zihin 3 de güç Valeryon’u almanı istiyorum izciliği ben yapacağım hemen yola çıkacağız.” Diyerek yerde iki büklüm titreme nöbeti geçiren adama tiksintiyle baktı.
“Bundan kurtul, artık başka bir şey çıkmaz” diyerek odandan hızla ayrıldı. Karanlık koridorlardan geçerken ortamın ağır küf kokusu zaten ekşiyen midesini daha da büzüştürdü. Ellerini saçlarından geçirerek bir kere daha verdiği kararı düşünen Tarmon, ana karargaha ulaştı. Büyük ve ağır adımlarla ilerleyen adama bakan askerler önünden kaçışıyordu. Alnı gerilmiş, yüzü çarpılmış, gözleri ise karanlık bir kuyu gibiydi. Bakışları tek bir noktada odaklanmıştı. Çevresinde olup bitenlerin pek farkında değil gibiydi.
Sonunda ofisine ulaşan Tarmon kapıyı açmasıyla birlikte onu bekleyen müfettişlerle karşılaştı. Bir an için durakladı. Şüpheli gözlerle her birine tek tek bakarak, cebindeki bir şeyle oynadıktan sonra konuştu:
“Anlaşılan haber tez yayılmış.” Diyerek sesi odada ağır bir top gibi yankılandı. Odanın içinde oturan 2 adam ve bir kadın ona baktı.
Misafirlerden iri ve uzun boylu olan konuştu:
“Ben Benzo” sesi ağır ve derinden gelen adam elini uzun koltukta oturan kadına doğru uzattı. “Bu Nergenya” kadın en az Benzo kadar iri ve ağır bir görünüme sahipti. Üzerinde koyu kahverengi bol bir elbise vardı. Görünürde başka bir silah da seçilmiyordu. Oldukça özgüvenli bakışlara sahip olan kadın başını eğdi.
Benzo hemen ardından diğer elini de yanı başında oturan diğer adama uzattı, “bu da Obzomas” diyerek son konuğu da tanıttı. Obzomas’a baktığında Tarmon’un aklına keşişler geldi. Adamın yüzünde bu dünyadan olmayan ya da bu dünyayla bağı olmadığını düşündürecek kadar kendi kendineymiş izlenimi veren bir yan vardı. Anlaşılan genel merkez işi sıkı tutmaya kararlıydı.
O da acele etmeden yerine oturdu. Sonra hepsinin yüzüne tek tek baktı, hemen ardından da kapı çaldı.
Tarmon, kapıda 4 adam daha saydı.
“Biliyorum. Bu münasebetsizlik olarak algılanabilir ama bir kere daha aynı oyuna kanmaya niyetim yok. Allarn’dan ve şekil değiştirenlerin varlığından bahseden Tarmon, Kelebir’e işaret etti, “incele onları…”
Tarmon’un konuşmasından hiç etkilenmemiş gibiydiler. Kelebir’in onlara diktiği gözleri odanın havasını anında değiştirdi. Siyahtan parlak bir yeşile dönen gözleri yeni konukların her birinin üzerinde tek tek durdu. Yansıması kaynağında kalan bir çift lamba gibi yanan bakışları üzerlerine kapanmıltı. Bir an sonra hissettikleri ağırlık gitmişti. Kontrolden sonra Kelebir, Tarmon’a dönerek, “sorun yok” dedi. Ardandan da duvar dibine gölgelerin arasına çekildi. Kapıdaki 3 askere ise dışarıda beklemelerini salık verdi.
Odada bir süre sessizlikten sonra Tarmon, derin bir nefes alarak büyük bir gayretle sakinleşmeye çalıştı. Sahte Allarn’ın kimliği, söyledikleri aklını kurcalayıp dururken burada bir dakika bile harcamak istemiyordu. Ama genel merkeze de olanları anlatmazsa bir şeylerden sorumlu kılınacağı tehlikesi de doğuyordu. Sonra sessizliği bozan Benzo oldu.
“Böyle bir garnizonda böylesi işler daha önce görülmüş şeyler değil. Sahte bir asker çıkıyor herkesin mumla aradığı şekil değiştirenler casus niyetine buraya yollanıyor. Nelerin peşindeler ya da nelerin peşindesin mi demeliyim?"
Tarmon kaşlarını çattı. Ancak o bir şey diyemeden Kelebir, hışımla öne doğru bir adım attı. Gözleri alev atar gibiydi. Tarmon engel olamadan konuştu:
“Bütün bunlardan efendimi mi suçluyorsunuz?” Sesi odada ince bir tınıyla çıkmasına karşın Benzo’nun ensesindeki tüyler diken diken oldu.
“Kelebir!” Diyen Tarmon kara gözerini doğruca, ona dikti. Kelebir, eski yerine dönene kadar da gözlerini üzerinden çekmedi. Yeniden 3 konuğuna dönen Tarmon, sözlerini dikkatle seçerek konuştu:
“Yaklaşık 1 hafta önce Albay Allarn bu garnizona bir anda çıkageldi. Genel merkez tarafından yollandığını ve önemli bir görev için özel bir TİM hazırlanması gerektiğini söyledi. Bizde genel merkezle bağlantı kurarak hem Allarn’a hem de onlarla kontak kurduk.”
Burada araya giren Benzo, “buna nasıl hemen ikna oluyorsun?”
Ellerini birbirine kavuşturup sıkıca tutan Tarman aksi bir tavırla cevap verdi:
“Tele haberleşme ile bağlantı kurduk. Hiç bir haberciyi bizzat yollamadım ki bu da en büyük yanlışım oldu evet!” Diyerek hikayesine devam etti:
“Burası Valeryon yetiştiren ve görevlendiren bir garnizondu onlar da Valeryon talep eden amirler. Bana anlatılan hikaye de şuydu: Leylak Vadisi’nde İ9 numaralı bir gizli servis uçağının Hashüyük arazisine düştüğü. Yani Leylak Vadisi’ne buradaki en yeni Valeryon bile bunun ne anlama geldiğini bilir! “Tenebron”
Şaşkın gözlerle Tarmon’a bakan Nergenya’nın kaşları havaya kalkmıştı.
“Tenebron mu?” Diye sorması üzerine Tarmon, keskin bakışlarını ona yönelterek yanıt verdi:
“Evet, o kahrolası yaratık!”
“İkna olmamıştım ama beni ikna etmeye yetecek her argümanı önüme koydular. Bunlardan en büyüğü de General Drevan Holtrek oldu. Onun sesini duymak ve ekranda yüz yüze konuşmak aklımdaki tüm soru işaretlerini bir tarafa itmeme neden oldu. Çünkü anlatılanı doğru kabul edip bu garnizonda asker seçmek hiç mantıklı değildi hele de anlatılan hikayeye baktığımızda” durdu düşünceli bir tavırla yeniden konuştu:
“Benden istendiği gibi bir TİM oluşturdum. İlk etapta 6 kişi istemişlerdi. Sonra bu sayının 4’le sınırlı kalması talebinde bulundular. Bende 4 adam önerdim. Hepsi de işinde çok iyiydi. İki güç kalkanı Daimar ve Eymaun bir izci Mordet ve bir de haberci Temir. Allarn başka Valeryonlarla da konuştu. Ama içlerinden bu 4’ünü bizzat seçti. Aralarında yalnızca bir tek Temir, böylesi bir göreve hiç katılmamıştı. Temir yerine başka bir Fecrin Teni'yi önermiştim. Çünkü dövüş ve takıma uyumda ondan daha iyileri de vardı ama onları değil Temir’i seçti.” Alnındaki bir damar nabız gibi atıyordu. Son sözünü öylesine öfkeyle söylemişti ki onu dinleyenler odada küçük titreşimler hissetti.
Hikayenin acı kısmına gelmiş gibi yavaşlayan Tarmon kararsız bakışlarla odadaki konuklarını süzdü. Temir’in durumunu anlatmak ne kadar güvenilirdi? Aslolan kendisinin genel merkeze gitmesiydi. Ama buna vakit yoktu. Ayrıca düşman zaten Gümüş Kan’dan haberdardı. “Biz hariç” diye düşündü. Böyle bir durumda bunu saklamanın da bir anlamı olmadığına kanaat getirdi. Kendini her an patlamaya hazır bir bombayı tutuyormuş gibi hissetti.
Ardından gözlerini kapatarak konuşmasına devam etti:
“Genel merkeze bir haberci yolladım. Sonra olanları biliyorsunuz. Her şeyin bir düzmeceden ibaret olduğu ortaya çıktı. Ben her ihtimale karşı inisiyatif alarak görev timinin ardından 3 kişilik bir de izci tim yolladım. Ama asıl konu bu değil.” Gözlerini açtı. Doğruca, Benzo’ya bakarak konuştu:
“Gönderdiğimiz timin içinde yani bu 4 kişilik timin içinde bir Gümüş Kan varmış!”
Gözlerinin önünde Benzo’un önce tıkandığını sonra kızardığını gmrdü. Hızla ayağa kalkması ise onu şaşırtmadı. Bu beklediği bir şeydi.
“Ne..ne demek Gümüş Kan? Bu garnizonda Gümüş Kan olan birini mi yetiştirdiniz? Sonra da alıp onu Tenebron’un bölgesine mi yolladınız?” Artık kendine engel olamayan Benzo bağırmaya başladı:
“AKLINIZI MI KAÇIRDINIZ!!! BİR GÜMÜŞ KAN!!!”
Diğerleri de hayret ve şaşkınlıkla ayağa kalkmıştı. Obzomas’ın ifadesiz yüzünde ilk kez kırışıklık gören Tarmon, ellerini yine saçlarından geçirerek Tekrar konuştu. Sesi Benzo’nun aksine bezmiş bir sakinlikle çıktı:
“Onun bir Gümüş Kan olduğunu bilseydim…”
(Yeni bölümler bundan sonra her çarşamba saat 19.00’da yayınlanacak)
Çok güzel ilerliyor çarşambaları bekleyeceğim güzel iş başarılar 🫠
YanıtlaSilTeşekkür ederim ☺
Sil