Tenebron Bölüm 13 (MAĞARA)

İçinde kabaran sevinç ile tetiktelik duygusu, bir müddet konuşmasını engelledi. Büyük bir merakla karanlık mağaraya bakmaya devam eden Temir, sonunda bir adım attı.



Karanlığın içinden sesler gelmeye başladı. Bir metal aletin tıngırtısı ve etin ete değme sesi. Daimar’ın aksine Eymaun oldukça kısık bir sesle konuşmuştu: 


“Onu görebiliyorum bu Temir!”


Yine bir karışıklık mırıldanmaların ardından Daimar, “Temir” diye seslendi. 


“Temir sen misin?”


Boğazını temizleyen Temir, “Evet” dedi. Ancak her iki tarafında aklına şimdi gelmiş gibi böyle durumlar için hiç hazırlıklı değillerdi. Evet bu Temir’in sesi ve görüntüsü ama gerçekten o mu? Sonunda Daimar konuştu: 


“Eğer Temir’sen göreve başlamadan önce sana söylediğim sözler nedir?” Daimar düşündü ve en makul sorunun bu olabileceğine karar verdi. Sonra Temir’in sesini duydu: 


“Eğer böyle korkakça davranacaksan, bu görevi şimdi bırakman en iyisi olur.” dedi Daimar’ın ona söylediği son sözlerdi bunlar; noktası noktasına.  


Daimar, bir müddet kararsız bir bekleyişten sonra gel diye seslendi. Temir eskiden olsa bir oyuk gibi duran karanlık sisin içine girmektense arkasını dönüp kaçmayı yeylerdi. Ama üzerinden öyle bir sakinlik ve umursamazlık hali vardı ki, korkuyu düşünecek vakti dahi yokmuş gibi hissediyordu. 


Karanlığın içine adım atmasıyla her şey bir an karardı. Sonra büyük bir şaşkınlıkla mağaranın içinde olduğunu gördü. Tam ortada büyük bir  ateş yanıyordu. Ama dışardan ateş mateş görünmemişti. Zifiri bir karanlık vardı. Temir’in şaşkınlığını fark eden Eymaun, “Mordet iyi iş çıkarmış değil mi?” diye sordu. 


“Bunu nasıl yapabiliyor?” Diye sordu. Mordet yanıt verdi: 


“İşte bununla” dedi. Gülüyordu. Sol bacağı sıkıca sarılmıştı. Cebinden bir kese çıkardığını gördü. 


“Bunu mağaranın girişine serptiğinde karanlık bir kalkan oluşturur. Biz dışarıyı net görürüz ama dışardan bakan karanlıktan başka bir şey görmez” deyen Mordet, kendinden hoşnut bir halde son bıraktığı haline hiç de benzemeyen bir ruh halindeydi. 


“Hani daha insani gibi… Acaba yaralanmaktan mı kaynaklı, yoksa Düşkıran’ın kapanından mı?” Diye düşündü. Ama kendine hakim olamayacak derecede de şüphe tohumlarıyla doluydu. 


Daimar’ın sorusunu yanıtlar yanıtlamaz, hepsinin rahat bir nefes aldığını fark etmişti. 


Sonra Eymaun öne atıldı. Üstü başı toz toprak içindeydi. Kıyafetleri oldukça yıpranmış ama silahları epey iş görmüş gibiydi. Yüzünde sakin kalmaya çalışna bir adamın iması vardı. Gözlerinin altında ise mağaraya girdiğinden beri geçmeyen karaltı. Oldukça yorgun görünüyordu. Ama beklenenin aksine oldukça canlı bir sesle konuştu: 


“Nerelerdeydin? Seni aradık ama daha adını bile seslenemeden bir sürü şey oldu. Burada düşman birliğinden adamlar gördük. Hepsi de Valeryon bizim gibi…” sonra kaşlarını çatarak başını kaşıdı. 


“Tam birbirimize gireceğiz, Düşkıran delirdi. Öyle bir çığlık ömrümde ne duydum ne işittim! Hani sanki etinden et kopuyordu. Yer sarsılmaya başladı. Bizde, karşı takım da çil yavrusu gibi dağıldık. Bir kaç dağınık guruba denk geldik Diamar ile ben sıkı çalıştık geri püskürttük. Ama sonra 7 kişilik bir Valeryon grubuna denk geldik. Bizim için baya sorunlu bir karşılaşma olurdu ama daha sonra onlara bir adam daha katıldı, bir şeyler söyledi. Sonra ‘bu iş bitmedi’ deyip çekip gittiler. Mordet yaralıydı. Anlayacağın gözümüz pek kavga görecek durumda değildik. Çok yorgunduk.” Diyerek başını eğdi. 


Saçları darma dağındı. Neden arıyor ama bulamıyor gibiydi. O da konuşmaya devam etti: 


“Ama niye? 7 adamdan en az 4’ü Daimar ve benim gibi kaynakları güçtü. Gayette müşkül durumda olan bizlere saldırabilirlerdi. Niye yapmadılar? Acaba bir tesadüf müydü? Belki başka bir işleri vardı bizimle kapışırlarsa vakit kaybedeceklerini mi düşündüler nedir?”


Bu dediğine kendisinin de inanmadığı her halinden belliydi. 


Sonunda Temir konuştu: 


“Beni 10 kişilik bir ekip yakaladı. 2’si Valeryon’du. Birinin kaynağı güçtü ama diğeri…” 


Sustu, kaşları çatılmıştı. Belibe’yi düşünüyordu. Sonra yeniden konuştu: 


“Sanırım o bir zihin kapandı. Beni kontrol etmeye çalıştı. Onun kontrolünde dev gibi bir adam daha vardı. Adı Meldok’tu…” 


3 çift göz hayretle ona bakıyordu. Sonunda dayanamayan Mordet şaşkın bakışlarlar sordu: 


“Sen yakalandın mı?“


Temir cansız bakışlarla cevap verdi: 


“Sizden ayrıldıktan sonra hızımı tam kapasite kullandım ama panik içinde olduğum içinde kontrol edemedim. Bende içimde 10 saniye sayıp öyle durdum. Sonra onlarla karşılaştım. Giceğim yönü biliyor gibiydiler geri dönüp koşmaya başlayınca ellerime ve bacaklarıma bir sıvının temas ettiğini hatırlıyorum. Sonra düştüm. Onlar da beni bağladı.”


Olanları tek düze bir sesle anlatan Temir, sıra Belibe’nin grup için söylediklerine gelince durdu. Her birinin yüzüne baktı. Bir ima, bir işaret ya da rahatsızlık belirtisi… ama hepsi aynı şaşkın ifadeyle yüzüne bakıyordu. 


Belibe’yi ve onunla yaşadıklarını bir bir anlattı. Ama ayrıntıya girmedi. Bir süre için duyduklarını kendine saklamaya karar verdi. Tam anlamıyla güvenebileceği birine anlatabilirdi. Önce Mordet olur mu dedi ama hangisinin yüzüne bakarsa baksın bir türlü konduramıyordu. 


“Acaba beni şüpheye sokmak için bilerek mi öyle dedi. Şüpheleneyim hata yapayım. Ne de olsa…” durdu ve derin bir nefes aldıktan sonra yine sustu ve mağarada oturacak bir kenar aradı. Mordet yattığı yerden eliyle ateşin kenarında bitkilerin kalıntılarından yapılmış bir tümsek gösterdi. 


Oturduğunda hala ona bakıyorlardı. Temir’in tam kapasite hızında yük taşıyabilmesi hepsini şaşırtmıştı. Hele de özellikle Belibe’nin yeteneği hepsinin gözünü korkutmuş gibiydi. 


“Bir de gelirken Şeşan’a rastladım. Ya da Şeşan’ın üniformasını giyen bir adama artık hangisiyse…” 


Daimar atıldı: “Şeşan da mı burada?”


Temir, yorgun gözlerle Daimar’a döndü: 


“O parçalanmış, tıpkı Düşkıran’ın da parçalandığı gibi…” 


Ani bir sessizlik oldu. Şeşan’dan sonra verilen bu ikinci haber hepsini daha çok şaşırtmıştı.


“Nasıl parçalanmış?” Diye soran Eymaun’un ağzı açık kalmıştı. Gözleri korkuyla irileşmiş ve bir yerlere tutunmak ister gibi eli boşluğu kavramıştı. 


Bir süre hiç kimse konuşmadı. Tekinsiz bir şeylerin varlığı tüm grubun üzerine bir hastalık gibi sindi. Ateş yanı başlarında  çıtırdıyor, mağaradaki sessizlik, uğursuz çığlıklar gibi büyüyordu. 


Devamı gelecek…


(Yeni bölümler her çarşamba saat 17.00’de yayınlanacak)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tenebron

Tenebron - bölüm 2 (Doğu Kapısı)

Tenebron - bölüm 4 (KOZA)