Tenebron - Bölüm 12 (KİM VAR ORADA?)

“Sonradan işler nasıl şekillenir bilinmez! Ama düşündüklerim doğruysa ne yapacağım? Nasıl olacak da doğru olanı anlayacağım. Hain ben değilim orası kesin! Peki hangisi? Daimar, uzak bir ihtimal gibi geliyor. Peki Eymaun ya da Mordet… aralarında yalnızca Mordet acaba mı dedirtiyor bana. Ama her şey tamam da neden bir casusa gerek var? Neden ben aranıyorum? Kadının anlattıklarına bakılırsa diğerlerinde bir olay yok gibi geldi. Sanki beni istiyorlarmış gibi geldi. Ama neden? 

Kahretsin kadını da sorguya çekemedim. Onun fiziksel gücü yok ama numaraları var. Büyü ya da beni alıkoymaya yarayacak başka bir iksir şişesi çıkarması işten bile değil. Keşke daha çok şey öğrenebilseydim.”

Temir tüm bu düşüncelerle ilerlerken hızını kesmişti. Bir yandan da kara bir sis gibi çevresinde büyüyen ormandan ani bir hareket bekler gibi tetikteydi. 


Göreve ilk başladığı zamandaki gibi tempolu ilerliyordu. Gücünü kullandığında arkadaşlarını bulmak şöyle dursun daha da uzaklaşma ihtimali vardı. Ayrıca göremiyordu da. 


“Sadece 1 tam gün geçti. Tamı tamına bu saatlerde doğu kapısından çıkmıştık” diyerek kendi kendine hayıflanan Temir,


“Bir gün bile dayanamadık hemen dağıldık. Ya da ben kayboldum.” dedi kendi kendine.


Durdu ve derin bir nefes aldı. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Orman onu her an üzerine atlamaya hazır bir engerekmiş gibi tetikte tutuyordu.  Hem o yaratığa da yeniden denk gelmek istemiyordu. 


Bir süre geçtikten sonra “Keşke yanımda bir arkadaş olsaydı” diyecek kıvama gelmişti. Hani Belibe’ye bile razı olacaktı neredeyse. Siyah bir denizin içinde toplu iğne aramak gibiydi. Yol arkadaşlarını bulmaya  çalışmak. 


“Acaba konaklasam mı?” Ancak ne yakacak ateşi vardı. Ne kamp malzemesi... bütün bunlar olmasa bile en azında ağaca çıkarım diyecek oldu ama düşmemek için ip gerekirdi. Böyle bir yerde yaralanmak istemiyordu. Tek istediği şey ağaçların olmadığı düz bir arazi, etrafın görülebildiği bir alan. 


Durdu ve bir müddet daha düşündükten sonra gücünü yeniden kullanmaya karar verdi.


Düşkıran’dan kaçarken içinden 10 saniye saymıştı. Yakalanmadan önce geldiği yöne giderek arkadaşlarını kolayca bulurdu. Ancak Belibe yüzünden yönünü şaşırmıştı. Ne taraftan geldiğine dair en ufak bir fikri yoktu. Şimdi de yine 10 saniye sayacaktı. 


Plan yapmaya koyulan Temir, sonunda bir karara vardı. Bulunduğu noktayı başlama çizgisi olarak seçti. Her 10 saniyede bir duracaktı. Taki bir tam çember çizene kadar. Böylece hem bölgeden çıkmamış olacak hem de etrafı kolaçan edebilecekti. Buraya kadar kimseyi bulamaz ya da işitemezse bu sefer dairenin içine doğru zikzak çizerek ilerleyecekti. Belirlediği alan çok genişti, mutlaka birilerine denk gelirdi. İster “dost” ister “düşman” olsun. 


Durdu ve gücünü yeniden toplamaya çalıştı. Bir planının olması iyi hissettirmişti. Bir an şaşkınlık içinde duraladı. Başını yukarı ayın solgun ışına dikmişti. Kendini hiç olmadığı kadar canlı ve heyecanlı bulmak, bu karanlık ve kasvetli ormandan kaçmamayı başarmak… derken aklına Daimar, Eymaun ve Mordet geldi. Hepsi yol arkadaşıydı. “Ama içlerinden biri hain” diye düşündü. 


Hala adım atmayan Temir, kendi kendine “bu tehlikeli olacak” diye iç geçirdi. Ama onları da besbelliki düşman dolu bu yerde yalnız bırakamazdı. Hala içinde çok uzak bir köşede cılız sesler de duyuyordu: 


“Sana mı kalmış, kaç canını kurtar. Burada en şanslı sensin… yalnızca 1 dakikada karargaha geri gidebilirsin… canını tehlikeye atma…“ 


Temir güldü. Bunu yapamazdı. Artık bu iş elinden çıkmış gibi hissediyordu. 


“Onları uyarmalıyım haini bulmalıyız. Bütün bunlar neden oluyor anlamalıyız“


Derin bir nefes daha ciğerlerine çeken Temir, yine ilk adımı attı, sonra ikinci adım ve 3’üncü adım. Sonra içinden saymaya başladı. “1.2.3.4.5.6.7.8.9.10” durdu. Çevresindeki kasvet hala değişmemişti. Oturarak kulak kabarttı. Biraz ilerleyip etrafı kolaçan etti. Ama ne bir ses ne bir görüntü hiç bir şey yoktu. Sonra yeniden koşmaya hazırlandı. Yine 10’a kadar saydı sonra durdu. Manzara yine değişmemişti. Yine kulağına hiç bir ses gelmemiş bakmaya çalışsa da bulunduğu yer zifiri karanlıktı, huzursuzlandı. Temir alel acele burada bir saniye bile fazladan durmak istemedi. Tüyleri dikilmişti. Hemen yeniden bir adım atarak saymaya başladı. Yine 10’uncu saniyede durdu. Gözünü açtığında kendini ağaçların seyrek olduğu bir açıklıkta buldu. Etrafı engebeli arazinden oluşuyordu. Bazı açıklıklar ise ay ışığında bile rahatça görebiliyordu. Havası ise deminki yere nazaran oldukça ferahtı. Fark etti ki ormanın girişindeydi. Ve burayı tanımıştı. Dün bu saatlerde Mordet, onları ilerideki eşikten geçirmiş ve doğruca ormanın kalbine yollanmışlardı. 


Kalbi deli gibi çarpımaya başladı. Eğer hala aynı rotadalarsa son sayıda onları bulurdu. Heyecanla yine bir adım atacak oldu ama durdu. Yine içini bir korku kaplamıştı. 


“İçimizde bir hain var.” Bildiğimi bilirse beni de ortadan kaldırmak isterse ne yapacağım. Bu delilik!” 


Başını köpek gibi iki yana hızla salladı. “Biz üç kişiyiz o bir” dedi kendi kendine. “Ama o bir kimdi?”


“Arkada kalamam” dedi. Sesli konuşmuştu, kendi sesini duyunca irkildi. Etrafına yine bakan Temir, uzaktaki tepeden gözlerine bir parıltı ilişti. En fazla 300-350 metre uzaklıktaydı. Bir ayna mı yoksa ışık saçan başka bir şey mi? Ancak ışık yayılgan bir yapıda değildi çizgi gibiydi, ucu ise ormanı gösteriyordu. Ve büyük bir şaşkınlıkla 5 saniye de bir yanıp söndüğünü fark etti. Ayrıca bu gizemli ışık titreşiyor gibiydi. Sanki zar zor tutuluyormuş gibi... 


Meraklanan Temir o yöne doğru ilerlemeye kadar verdi. Ay ışığı tepeyi aydınlatıyordu. Ama ışığın kaynağını görecek kadar değil. Temir düşündü. “Neyseki bir oyuktayım”  Karşı yönden gelen karanlıktan başka bir şey göremezdi ama o her şeyi görebilirdi. Tabi deminki sesini duymadılarsa. 


Yarı korkulu yarı cesur adımlarla yamaçtan yukarı doğru süzülen Temir, uzun otlardan tutunarak olabildiğince sessiz tırmandı. Bir süre sonra düzlüğe yaklaşan Temir, kalbini tuttu. Yaptığı şey onu hem dehşete düşürüyor hem de heyecanlandırıyordu. 


Sonunda büyük bir gayretle tepeye ulaştı. Ne bulacağını bilmiyordu. Belki arkadaşlarıyla alakalı bir ipucu... ya da başka bir şey. Artık ne olursa... 


Derken otların arasından beliren bir ışığın huzmesini gördü. Sonra onun yanında bir beden yatıyordu.  Gördüğü şey kesinlikle bir insan bedeniydi. Biraz daha yaklaştığında ise büyük bir şaşkınlıkla kendi birliğinin üniforması gözüne çarpan ilk şey oldu. Paramparça bölük pörçük de olsa tanımıştı. Amblem seçilebiliyordu. Düz yatay bir çizgi, onun üzerine çaprazlama oturtulmuş bir hilal ay figürü. Ama içindeki beden üniformayla bilikte paramparça olmuştu. 


El sabitti. Parçalanan gövdede tek sağlam kalmış bölge ışık huzmesini tutan el gibi duruyordu. Bilerek yapılmıştı çünkü sahipsiz el bir düzeneğe tutturulmuştu. Gevşeyen kayışlar rüzgar vurdukça bir sağ bir sola yatıyor buda çizgi gibi uzanan ışık ormanın belirli yerlerini işaret ediyordu. Ve bu şüphesiz Temir gibileri çekmek için bir tuzaktı. Ama Temir, içinde bağıran “kaç” sözcüğünü duyamayacak kadar afallamıştı. Çünkü amblemin üzerindeki sayıya gözü ilişmişti. Kendi üniformasındaki numarası F-084’tü o numarada ise İ-142 sayısı vardı. Yani, bu Şeşan olmalıydı. Gözleri yuvalarından çıkacak gibi sonuna kadar açılmıştı. Kulağında bir uğultu vardı. 


Şeşan’ı tanırdı. Kendisi gibi pek çok Fecrin Teni vardı ama Şeşan onlardan değildi. O Mordet gibi izciydi. Onunla göreve gitmişti çok kısa sürmüştü ama o kısa süre içinde zorda olsa Şeşan ile bir arkadaşlık kurabilmişti. Hatta ketum denecek kadar somurtkan bir yüze sahip olan adamı güldürebilmişti. 


İçinde bir yerlerde bir şey büzülmüştü. Hatta o kadar büzülmüştü ki canı yanıyordu. Elleri titriyor, inanmazlıkla onun burada bu tenha yerde parçalanmış cesedine baktığına inanamıyordu.


Düşkıran’dan beri hiçbir şey yolunda gitmemişti. “Her şey tepe taklak!” Diye geçirdi içinden. Gözleri cesette sabit kalmıştı. Bir düşünce girdabına yakalanmış, savruluyor gibiydi. Cesedin başında ne kadar öylece durduğunu hatırlayamadı. Belki 10 dakika belki 1 saat belkide saatlerce başında öylece dikildi. Sonra, dizlerinin üzerine çöktü. Ne yaptığını bilmeden hareket ediyordu. Öylece bekledi. Belki saygı belki hala üzerinden atamadığı şok dalgası yakasını bırakmıyor gibiydi. 


Gözyaşları kurumuştu. Esen rüzgarsa yüzüne çarpıyordu. Her çarpışta biraz daha soğuk hissediyor, bu da beyninde bir Gong sesi uyandırıyordu. 


Nereden geldiğini bilmediği bir ses onu çağırdı. “Gitme vakti” Kendi sesi kulağına gargara yapar gibi gelmişti. 


Beceriksizce kalktı. Bu bir tuzak idiyse kesinlikle boş bırakılmıştı. Durup ağır ağır etrafına baktı. Hiçbir şey yoktu. Ne bir ses ne bir görüntü ne de bir hareket… 


Meydan okur gibi tüm haşmetiyle ayağa kalktı. Birini görmek istiyor, ona bunu yapanı bulmak istiyordu. Ama baktığı heryer terk edilmiş bir hayalet bölge gibiydi. 


Yamaçtan hiç dikkat etmeden indi. Önceki konumuna geri döndü. Gözleri yanıyordu. Yanağına bir sıcaklık akıyordu. Orman girişine baktı. Önce bir adım sonra iki sonra da üç… içinden saymaya başladı. 

”1.2.3.4.5.6.7.8.9.10” durdu. Ama bu sefer zor bir iniş olmuştu. Ayağı ve kolları bir şeye çarptı. Dev gibi bir kola. Ne olduğunu anlayamadı. Devasa uzuvlar her yeri sarmıştı. Yer yer de çürüme benzeri bölgeler vardı. Yanmış saç kokusu yayıyordu. Görüş açısı tamamen kapalıydı. O da bir ağaca tırmandı. 


Büyük bir şokla Düşkıran’ın da parçalandığını gördü. Yöntem aynı, son aynı… 


Etrafa bakınmaya diğerlerinin de aynı sonla yitip gitmiş olabileceğine dair düşündeler beyninin kıyılarında gezerken ansızın bir ipucu buldu. Gördüğü şey Mordet’e ait olmalıydı. Uzun gri pelerin. Oldukça yıpranmış ve uçakları almazlarmıştı. Bir an Pelerine bakarken sanki aradan aylar geçmiş gibi geldi. Halbuki dün tam da burada onunla kavga ediyordu. Sonra ikisi kavga ederken Daimar araya girmiş sakinleştirmeye çalışmıştı. Eymaun ise teksin etmeye çalışan sözler söylüyordu.  


Pelerini bulduğu yere geri bıraktı. Etrafa yine göz gezdirmeye devam eden Temir, ateş hattından uzaklaşmaya başladı. Ayak izleri ve kırık dallar gördü, sonra da kan izleri… gecenin karanlığında  da olsa onun gözleri de Mordet kadar iyi görürdü. Kendi kendine “Bende izci olabilirmişim” dedi zira izleri takip etmek için pek çaba harcamıyordu. Doğal olmayan izlere dair kokular burnuna ulaşıyor o da o yöne doğru bakıyordu. 


“İlginç” dedi zira hiç böyle bir özelliğinin olduğunu hatırlamıyordu. Koklayarak da bulmak! Kan izleri daha çok zeminde vardı. Ağaçlarda ya da dallarda ise daha çok dokunmadan kalan kalıntılar. “Biri ayağından yaralanmış” dedi kendi kendine bu Mordet olmalıydı zira yaratığa o yakalanmıştı. 


Temir, durdu. Zifiri karanlığın içinde korkusuzca gözlerini kapattı. Kafasının içinde duman demetleri oluşmaya başladı. Sonra bulunduğu yerdeki ağaçların gümüş parıltısı oluştu. Üzerlerinde ise kah yeşil kah kırmızı ve mor izler seçiliyordu. İzler doğruca Kuzey Batı’ya gidiyordu. Temir yine hız gücünü kullanmaya karar verdi. Anlaşılan uzun süre aynı yöne doğru ilerlemişlerdi. İzlerin kokusunu neredeyse 1 kilometre öteden bile alabiliyordu. Belki de daha ileri… Sonra hızlandı ama bu sefer saniye saymadı. Beyninde oluşan duman demetlerini takip ederek onları bulacaktı. Koşuşu bittiğinde gözlerini bir mağaranın girişinde açtı. Açar açmaz da bir ses haykırdı. 


“OLDUĞUN YERDE KAL! SAKİN HAREKET YAPAYIM DEME BOYNUNU UÇURURUM” 


Temir gülümsedi bu Daimar’ın sesiydi…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tenebron

Tenebron - bölüm 2 (Doğu Kapısı)

Tenebron - bölüm 4