Tenebron - 10 (KAÇIŞ)
Karanlık ağaçların arasından ateşin ve ayın solgun ışığının kesiştiği açıklığa bir şey çıktı.
Teninin rengi, hastalıklı bir incinin mat beyazını andırıyordu. Kafatası, sanki acemi bir taş ustasının elinden çıkmış gibi; iki yandan tuhaf, kemiksi çıkıntılarla genişlemişti. Gözleri, yüzünün neredeyse tamamını kaplıyordu simsiyah ve ıslaktılar; bir kuyunun içinden yukarı bakan gözler gibi. Burnu hayvansıydı, ağzıysa tam anlamıyla bir köpek çenesini andırıyordu ama fazlasıyla büyüktü, dudaksız derisi altında kemikleri oynuyordu.
Bütün bedeni, sanki birbirine uymayan hayvan kalıntılarından bir araya getirilmiş bir put gibi duruyordu. İskeletimsi yapısı, ona çelimsizlik vermek bir yana, tedirgin edici bir kütle hissi yaratıyordu. Hareket ettiğinde, etrafındaki hava bozuluyor gibiydi; sanki görünmeyen bir ağırlık dalgası yayılıyordu.
Belibe, birkaç adım geride, ellerini havaya kaldırmış haldeydi. Kısa bir an önce zafer kazanmış bir savaşçı edasıyla bağırmıştı. O narayı atarken gözlerinde bir zafer parıltısı vardı; ama şimdi o parıltı sönmüş, yerini donmuş bir ifadeye bırakmıştı. Gözbebekleri büyümüş, dudakları yarım bir heceyle açık kalmıştı.
Sanki beklediği şey bu olmamalıydı.
Belibe, karşısında beliriveren varlığa bakarken zihninin içinde boğuk bir yankı gibi çınlayan tek bir cümle vardı:
“Bu da ne?”
Temir, bağlı olduğu yerden olup biteni tüm çıplaklığıyla görüyordu. Dişlerini sıktı, kasları gerildi. Bu karşısındaki şey bir insan değildi, hayvan da değildi. Bir efsanenin, ya da anlatıldığında bile inanılmayan o eski korkuların cismani hâliydi sanki. Ormanın koynundan çıkıp gelen bir kabus. Ama en beteri, yarattığı atmosferdi; bu şeyin etrafındaki hava bile değişmişti. Sanki ağaçlar bile nefes almaya çekiniyordu.
Temir’in aklından bunlar geçerken, bir anda her şey oldu.
Yaratık, ondan beklenmeyecek bir çeviklikle ileri fırladı. Gövdesi cüssesine rağmen olağanüstü bir hızla devindi; kıvrıldı, çözüldü ve saldırıya geçti. Belibe’ye yöneldiği an, Temir gözleriyle yetişemedi.
Ama Belibe sanki bunun için doğmuş gibiydi düşünmeden tepki vermişti. Gözlerini bir anlığına kıstı; alnında ter boncukları belirdi. Zihninden yayılan güç, bağlı olduğu dev bedeni harekete geçirdi.
Meldok.
Dev cüsse, birden araya girdi. Tüm darbe ona isabet etti. Kemik çatırdamaları duyuldu, ama Meldok devrilmedi. Sadece birkaç adım geri sendelendi, yeri çatırdatarak.
Belibe, konsantrasyonunu bir an bile bozmadan, alnındaki teri görmezden gelerek zihinsel iplerini sıktı. Meldok’un gözleri sönük bir cam gibi parladı, sonra yaratığın üzerine yöneldi. Bu sefer karşı hamle sırası ondaydı.
Belibe’nin iç sesi, dişlerinin arasından sızan boğuk bir fısıltıyla yankılandı:
“Hadi, bitir şunu.”
Meldok, kas yığınından bir fırlatma taşı gibi atıldı. Dev yumruğu, yaratığın üzerine indi ama o şey öyle esnek, öyle hızlıydı ki… Kafatasındaki çıkıntılarla bir sağa, bir sola kıvrılıyor, bedenini tıpkı bir duman gibi büküyordu. Meldok’un dev kolları bu sürate ayak uyduramıyordu.
Derken yaratık bir fırsat yakaladı. Dizlerinin arkasına indirdiği keskin bir darbeyle Meldok’u yana savurdu. Koca gövde toprağa çarpıp kısa bir anlığına yerde kaldı, ama hemen toparlandı. Hemen… Çünkü artık saldırmıyordu. Dev bedenini Belibe’nin önüne siper ederek gardını aldı. Tüm devinimi, tüm kasları savunmaya geçmişti.
Temir, bağlı olduğu yerden izliyordu olan biteni. Göğsü sıkıştı, boğazı kurudu. Belibe’nin alnından dökülen ter damlalarını fark etti. Soluk alışları daha kesik, gözleri daha pusluydu. Belibe gücünü tüketiyordu.
Ve Temir bir anda gerçeği kavradı.
Eğer Belibe düşerse, yaratık doğrudan ona “bağlı olana” gelecekti. Ona, Temir’e. Ağdan örülmüş bağlarıyla kımıldayamayacak bir av. Kolay lokma.
Temir, öfkeyle debelendi. Ağın liflerini gevşetmeye çalıştı. Kıpırdamaya çalıştı. Ama nafile… Bir milim bile oynayamamıştı.
Tam o sırada sağ yanından bir çığlık duydu. İçini buz gibi bir korku kapladı ve başını o yöne çevirdi.
Belibe’nin kontrolündeki adamlardan biri “onlardan biri” kıpırdamadan duruyordu ama boğazından çıkan ses insan sesi gibi değildi artık. Kafası, sanki sımsıkı kapanmış bir mengeneden kurtulmaya çalışıyormuş gibi bir sağa bir sola kıvranıyordu. Kasları titriyordu ama bedeni hâlâ yerinden oynamıyordu. Temir’in midesi bulandı. Bu, normal bir çığlık değildi; bu, içten parçalanan bir zihnin sesi gibiydi.
Anlaşılan Belibe tüm dikkatini Meldok’a vermişti ve diğer zihin tutsakları serbest kalmaya başlıyordu.
Bağıran adam birden sol kolunu oynattı.
Bir kas seyirmesiyle başlayan bu hareket, zincirlerinden kurtulan bir hayvan gibi geldi Temir’e. Sanki bedeninden bir parça kopmuştu.
Belibe ise yaratığın darbelerinden kurtulmak için bir iki adım daha geriledi. Ama göz ucuyla çırpınan adama baktı. Dudaklarını kıpırdattı, fısıltısı Temir’in kulaklarına kadar geldi:
“İşe yaraşmazlar.”
Sesinde bir yorgunluk, ama daha çok tiksinti vardı.
Belibe, son kozlarını oynuyordu.
Omuzları titriyordu artık. Ne kadar dayanabileceğini bilmiyordu ama bedeninin sınırlarına geldiğini hissediyordu. Zihin tutsakları bir bir çözülüyordu; bağları gevşiyor, direnç kırılıyordu.
Ama asıl sorun, yaratığın yönelimindeydi.
Yaratık, diğerlerine saldırmıyordu. Bağlı olan mahluka da… Temir oradaydı, çaresiz, kımıldayamayan bir av gibi kıvrılmıştı köşeye. Ama o şey doğrudan Belibe’ye yöneliyordu. Hep ona.
“Acaba bir tür enerji mi okuyor?” diye geçti aklından.
“Belki güçlü olanı seçiyor… Güçlü olanı yiyor.”
Bu düşünce bir an için zihninde yankılandı, sonra kendini fark etti. Hafifçe gülümsedi. İçten içe eğleniyordu.
“Tabii ki, güçlü olan bendim.”
Onları ilk gördüğünde, ormanın diğer yaratıkları gibi davranacağını sanmıştı. Güç dengesini tartacak, önce zayıfa saldıracaktı. Ama hayır… Bu sefer kendi sehmine güçlü olan yazılmıştı.
Bir an için Meldok’a baktı. Darbelerle pelteye dönmüştü. Koca bedeni hâlâ ayakta ama sarsılıyordu. Gözlerinin içi bomboştu artık, sadece Belibe’nin emirlerine yanıt veren bir kukla.
“Yazık oldu…” diye geçirdi içinden.
Meldok, onun gözdesiydi. Güçlü, iri, sadıktı. Ama artık gözden çıkarmak zorundaydı. Bu yaratığın karşısında ne onun kası, ne de kemikleri işe yaramıştı. Bir sonraki darbede dağılacaktı.
Belibe, alnındaki teri silmeden gözlerini Temir’e çevirdi.
Bakışı değişmişti. Soğuk bir değerlendirme vardı o bakışta bir seçim anı.
Yeni bir gözde. Hızlı bir gözde.
Beni buradan uzaklaştırabilecek biri.
Gözleri Temir’in üzerinde durdu, adeta zihninin içini delip geçti.
Temir, Belibe’nin o çılgın bakışlarını üzerinde hissedince midesi bulandı. İpi kopmuş bir kemanın teli gibi gerildi. Onun zihnine girmeye çalıştığını biliyordu. Kendini yokladığını, tarttığını.
Ve anladı…
Belibe ikinci bir saldırıya hazırlanıyordu.
Temir’in boğazı kurudu.
Tam o anda, karanlığın içinden bir kıvılcım parladı.
Bir fikir.
Temir’in aklına, puslu bir ışık gibi doğdu bu düşünce. Belibe’nin zaafını kendi lehine çevirebilirdi.
Sonuçta, Belibe de yaratığın saldırısından kurtulmak istiyordu. Onun gözlerindeki kaçış arzusunu görmüştü.
Ama Belibe’nin bilmediği bir şey vardı.
Fecrin Teni’ler.
Onlar yalnızca haber taşırdı. Koşarken hafiftiler, hızlıydılar.
Ama bir bedeni beraberinde sürüklemek ”hele ki yaratığın dikkatini çekmişken” bu, bambaşka bir şeydi. Fecrin Teni’lerin taşıma hızlarıyla haber taşıma hızları bir olmazdı. Yaratık onları yakalardı.
Bu ayrıntıyı Belibe’ye söylemek Temir’in aklından bile geçmedi.
Belki iplerinden kurtulmanın anahtarı buydu.
Belki kendini Belibe’ye bırakırsa, kendini teslim ederse… bir fırsat doğabilirdi.
Bir riskti, elbette. İlk seferinde zihninden atabilmişti Belibe’yi.
Peki ya bu sefer?
Neden ikinci kez başaramasın?
İplerini çözdükten sonra neden onu zihninden atamasın?
Bu düşünceyi tartarken birden, zihninin derinliklerinde bir ses yükseldi.
Kadının sesi…
“Ben asla Belibe’den ayrılamam.”
Temir donakaldı.
Şaşkınlıkla fark etti ki, zihninde ikinci bir benlik oluşmuştu.
Bir varlık.
Ona ait gibi, ama tamamen farklı bir yansıma.
Onu hissedebiliyordu, dokunabiliyordu.
Sanki ruhunun içine, gölgesi kadar yakın bir şey girmişti. Bir taklit, bir yankı, bir başka benlik.
Ve Temir, titreyerek de olsa, ona izin verdi.
“Ben Belibe’den asla ayrılmam… Tanrıçam” dedi sessizce.
Bu söz, dilinden çıkarken içine hafif bir tiksinti oturdu.
Ama hemen ardından bir başka düşünce geldi:
“Abarttım mı?”
Belibe’yi gözlemlediği kadarıyla biliyordu; üstünlük fikri, onun damarındaki zehirdi. Bu tür bir bağlılık ona iyi gelirdi. Övülmek, yüceltilmek… Tanrıça denmek…
E madem durum buysa, Temir de rolünü hakkıyla oynayacaktı.
Temir’in başka seçeneği yoktu.
Ölümle Belibe arasında kalacaksa, Belibe’yi seçerdi.
Yorumlar
Yorum Gönder