Tenebron - Bölüm 7 - 🌑 YARATIĞIN İNİNDE
Karargahta bütün bunlar olurken, dört adam Düşkıran’ın ininde ölümcül bir tuzağın ortasındaydı. Yaratık ansızın saldırmış, ekipten iki kişi zor da olsa kaçmayı başarırken, diğer ikisi kapana kısılmıştı. Temir, hız gücünü kullanarak imkânsız gibi görünen bir kaçışı başarırken; Mordet yaratığın kıskacında kalmıştı.
Daimar, çaresizce Mordet’i nasıl kurtaracağını düşünürken, Temir’in kaçışı işleri daha da kötüleştirmişti. Temir’in açtığı gedik, Düşkıran’ın tüm uzuvlarını kasılarak sarsılıyor, gövdesi kendi içine doğru büzüşüyordu. Mordet’in eli havada, yüzü yarı seçilir halde, kendi etrafında dönmeye başlamıştı. Bir anlığına iki adamın gözleri buluştu. Daimar, ölümün pençesine her an biraz daha yaklaştığını hisseden Mordet’in hayal meyal bir şeyler söylediğini görür gibi oldu.
O an, zihninde geçmişin hayaletleri yankılandı; Omran’ın ölmeden önceki o yalvaran bakışları, bir hayal gibi önüne düştü.
— “Daimar… Da…im…ar… neredesin?”
İçinde öfke ve utanç bir nabız gibi atmaya başladı. Kendini bir kez daha yıkık bir viranenin içinde, eski bir kararsızlığın eşiğinde buldu. Ama bu kez bir şey farklıydı: Kaçmıyordu. Kovalıyordu. Kaçmaya yeltenen eski Daimar, Tenebron’un dehşetinden kurtulmuş olsa da, bu kez kendi korkularını kovalıyordu.
Tüm gücüyle Mordet’e doğru atılırken, kendi kendine inatla fısıldadı:
— “Düşkıran Tenebron değil… Düşkıran Tenebron değil…”
Eymaun ise, yaratığın davranışlarındaki garipliği fark etmişti. Kasılıp büzülen o dev gövde… İçgüdüyle değil, bir anlığına sanki sersemlemiş gibiydi. Kaşları çatıldı, zihninde bir görüntü belirdi; okuduğu o eski satırlar gözlerinin önünde bir görüntünün oluşmasına neden oldu:
“Güç ve kaba kuvvet söz konusu olduğunda, Tarantargeler ile Levhamlar hep ilk anılanlardır. Lâkin ormanın derinliklerinde, kendini doğanın dokusuna ustaca gizleyebilen bir tür daha vardır: Kalkiler — ya da halk arasında bilinen adlarıyla Düşkıranlar.
Bu kadim mahlûklar, sık çalı kümelerinin ve karanlık orman gölgelerinin efendisidir. Kamuflaj ustasıdırlar; bakmasını bilmeyen bir göz için sıradan bir ağaç gövdesi ya da yosunlu bir taş gibi görünürler. En sevdikleri av ise et ve böğürtlendir; her ikisine de doyamazlar.
Ormanda yaşayan bir Düşkıran, zamanla devasa boyutlara ulaşabilir; dallar ve yapraklar arasında bir hayal gibi süzülür. Oysa çalılık öbeklerinde yaşayanlar boyca ancak birkaç metreyi bulur.
Bir yetişkin Düşkıran’la karşılaşmanın tek akıllıca yolu vardır: Ateş… ya da yoğun bir duman. Aksi halde o savaş, düşmana değil, ölüme açılmış bir kapıdır.”
Eymaun’un kalbi sıkıştı. “Ateş… ya da duman…” diye geçirdi içinden ama bir şey daha vardı. O satırların dipnotunu hatırlıyor gibiydi; o kısmı okuduğu ana dair bir his… Düşkıran’ın sersemlemesi, bir anlığına gevşemesi… Bayılmak mıydı bu? Yoksa korkudan ya da dumanın etkisinden mi? Emin olamıyordu, ama o an doğru bir hamlenin zamanıydı.
Fikrini Daimar’ada söyleyecekken yalnız olduğunu fark eden Eymaun, dehşet içinde Daimar’ın yaratığın kalbine doğru son süratle koştuğunu gördü. Bir anlık şaşkınlığın ardından kendini toparlayan Eymaun, Daimar’ın peşine düştü.
“Ahmak sersem! Bir an için kendine hakim olamaz mısın sen?” Diye hayıflanarak arkasından koşarken, Daimar son ölümcül vuruşu gerçekleştiremeden onu yakaladı. Haykıran Eymaun:
“ORADA DAİMAR, ORADAAA!!!!!”
Diyerek eliyle biraz önce hep birlikte durdukları ağacın dibini gösterdi. Yolculuk öncesi orman tehlikelerine karşı en son Sebren tüplerini de çantaya sıkıştırmışlardı; şimdi ise o kararın değerini canlarıyla ölçülüyordu. Eymaun ileriye baktığında çanta, yaratığın ezdiği dalların hemen ardında, tehlikeli biçimde sallanıyordu. Sebren gazının boğucu dumanı, Düşkıran’ın kaslarını gevşetip onu felç edebilirdi, yeter ki çantaya erişebilsinlerdi.
Bir anda dank eden Daimar, kendini toplayarak Eymaun’un arkasından seğirtti. Ama ikili devasa yaratığın yüzlerce kolu ve dalı arasından bir o yana bir bu yana çarpan çantayı nasıl alacaklarını kararlaştırmaları gerekiyordu. Her yanından ter ve buhar yükselen Daimar, kendine ve olay anına geri dönebilmek için başını köpek gibi iki yana salladı. Bir an kararsız bakışların ardından Daimar’ı süzen Eymaun toparlamasının zaman alacağını fark etti. Daimar şaşkınlıkla sağa sola bakıyordu.
Bunun üzerine kafasında bir plan kuran Eymaun, arka cebinden kıvılcımtaşını çıkarıp Daimar’a doğru uzattı. Küçük metal aygıtın gövdesi sürtünmeyle yıpranmış, üzerinde eski kullanımlardan kalma is lekeleri duruyordu. Bir an için parmaklarının titrediğini hissetti; çünkü bu kez bir kıvılcım sadece bir ateş değil, yaşamla ölüm arasındaki son sınır olacaktı.
Sebren borusunu bir kez çaktığında, bölgeyi boğucu bir duman kaplayacaktı. Önce ateşin acısı, sonra dumanın felci… Belki bu sayede Mordet’i kıskacından kurtarabilirlerdi.
Ama Eymaun’un zihninden geçen tek korku buydu: Ya yaratık, bu ilk temasla deliye dönüp hepsini yerle bir ederse? Ya planları, ölümün ta kendisini çağırırsa?
Çabuk karar vermesi gerektiğini bilen Eymaun, risk almaya karar verdi. Zira Mordet’in durumu her geçen saniye daha da risk taşıyordu.
“Her halükarda ölüm! Öyleyse riskli olan kısmı seçerim” diye geçirdi içinden. Parmakları kıvılcımtaşının metal gövdesine sıkıca gömülmüş, titriyordu.
Daimar’ın iki kolundan kavrayıp hızla sarstı.
“DINLE BENİ! MORDET’İN OLDUĞU KOZANIN ALTINDAKİ DAMAR! ORAYA ATEŞ GEREK! ORADAN ÇAKACAKSIN, KIVILCIMLA! ATEŞ ORADA YANMALI, DAİMAR!”
Daimar bir an donup kalmış bakışlarla Eymaun’a baktı, sonra başını sallar gibi yaptı. İçinde yankılanan bir sesle harekete geçti.
Hareketleri o kadar otomatikti ki ne zaman koşmaya başladı ve ne zaman Mordet’in bulunduğu Koza’ya geldi? Bunu hiç hatırlayamayacaktı.
Kıvılcımtaşını kozanın altına doğru yöneltti, hedefi belliydi: Kalın ve damar gibi uzanan o ana kıvrım.
Alev kıvılcımı, ilk anda kurumuş lifleri tutuşturdu; dumanla karışan sıcak hava bir an Koza’nın bulunduğu bölgeye yayıldı.
Düşkıran, acıyla ve öfkeyle kasıldı ama kozanın üzerine kapanacağına geri çekildi. Mordet’in bulunduğu bölgeyi saran kıskacın, titreyip gevşediği o anda Daimar atıldı. Lifler Kozan’ın bulunduğu bölgeyi gevşetse de diğer kısımlar Daimar’ın Mordet’e ulaşmasını engelliyordu. Tam o sırada harekete geçen Eymaun, 10 adımda çantanın bulunduğu yere ulaşarak onu kılıcının kabzasıyla takıldığı dal ve çalıdan çekip kurtardı. Saniyelerle yarışan Eymaun tek hamlede çantayı açarak Sebren tüpünü çıkarıp gazı çaktı.
Yoğun mor duman etrafa yayılırken oldukça yapay duran çok katmalı gaz, bulundukları tüm bölgeye yayılıyordu. Yaratığın bedeninde dumanın temas ettiği bölge önce şiddetle kasılıyor sonrada aniden gevşiyordu. Gaz sonunda Mordet’in bulunduğu kozanın çevresine ulaştı. Kozanın lifleri kasılma krampları gibi titredi, ama dibinde yanan küçük ateş, Mordet’i ilk şoktan korudu. Daha sonra yaratık tamamen hareketsiz kalarak bir çuval gibi devasa gövdesi orman zeminine yayıldı.
Sebren’in mor dumanı insan ciğerine işlemezdi; yalnız ormanın kadim yaratıklarının liflerini hedef alırdı. Ama boğulma tehlikesi ve yüzüne sıçrayan sıcak hava ile duman dalgaları da birleşince Mordet’de Düşkıran gibi yere yığılmıştı.
Boğulmaktan son anda kurtulmuştu. Daimar, Mordet’i düştüğü çukurdan çıkarmaya çalışırken, Eymaun’da sırtında çanta ile onlara yetişti. İki adam bir üçüncüsünün her iki omzunu kavrayarak ateş hattından çıkarmaya koyuldu.
Sebren gazi işini yapmış 3 asker de kolaylıkla dumanların arasından geçerek birbirilerini daha net görebilecekleri bir açıklığa gitmişlerdi. Ama ilk şokun ardından kendine gelen Daimar, Mordet’i muayene etti. Sonra da etrafına bakınmaya başlayarak sordu:
— “Temir nerede?”
Seni tebrik ediyorum canım 🌺
YanıtlaSil