Tenebron - Bölüm 5

Geçmiş gitmiş bir hatıra tüm benliğini işgal ederken, nereden geldiğini bilmediği bir ezilmişlik duygusu Daimar’ın damarlarında nabız gibi atmaya başladı. Mordet’i değil Omran’ı görüyordu sanki… Eski görüntüler gözünün önünden geçerken biraz da ne yaptığını bilmeden kendini yaratığın kalbine doğru koşarken buldu. Her yanı acı ve kayıpla sarsılırken kendini kaybetmiş bir biçimde öz kardeşini Mordet’in yüzünde ve biçiminde görüyordu. 


Ellinde tuttuğu kılıcını bilinçsizce ve deliye dönmüş gibi savururken gözünden akan yaşlara engel olamıyordu. 


“Onu da kaybettim onu da başka bir acımasız elin insafına hapsettim” cümleleri kafasının içinde dönerken yüzünün ve ellerinin hayal meyal yandığını hissediyordu. İnce ve keskin kenarlı demir silah her  kalkıp indiğinde elleri yanıyor oluk oluk buharların bedeninden süzülüp yükseldiğini görüyordu. Ama umrunda değildi. 


Derken Mordet’in bulunduğu Koza’ya yaklaştığını gördü tek bir hamle ile tüm gücünü Kozayı kesmek için bileğini kaldırdığında imkansız bir şekilde elinin havada asılı kaldığını gördü. İndiremiyordu. Yaratığın kollarından birine yakalandığını düşünürken görmeyen gözlerler çevresine bakındı. 


Eymaun, kolundan tutmuş çekiştiriyor, eliyle bir şeyleri işaret ettiğini gördü. Deliye dönmüş yaratık ise yakınında bulunan ve ayakta kalmış her bir canlıyı vurup, kırarak yerle yeksan ediyordu. Yeşil kıvrımlardan oluşan denizin içinde dalgalarla boğuşuyormuş izlenimi veren sahnede Eymaun’un eli toprağı işaret ediyordu. Daimar ise sanki yankılanan bir dua gibi yükselip alçalan seslerin kulağına anca ulaştığını işitebiliyordu.


“ORADA DAİMAR, ORADAAA!!!!!” 


***


Komutan Tarmon, masanın üzerinde bitmemiş mektuplarla, susmayan telefonların eşliğinde eline geçen notu dikkatle okuyordu. Gözleri satır başından sonuna doğru akan yazıyı takip ettikçe kaşlarını daha da çok çatmıştı. Görev timi gideli bir günü geçmiş, ancak ne timden ne de timi takip eden ekipten haber alınamamıştı.


İzci timden en son aldığı haber, görev ekibinin Daren Ormanı’na giriş yaptığı olmuş, ancak bu aşamadan sonra her iki timle de irtibat kesilmişti.


Bu sırada odaya Albay Allarn girdi. İçinde şüpheci ve hatta sabırsız bir ifadeyle Tarmon’a bakarak sordu:


— Görev ne durumda? Hâlâ bir haber gelmedi mi?


Sesi son derece kalın ve derinden gelen Allarn, odada buz gibi bir hava estiriyordu. Komutan Tarmon ona bakarak,


— Henüz bir haber yok. Ve bunun nedenini anlayamıyorum. Zira daha Hashüyük bölgesinde olmamaları gerek” diyerek daha dikkatli bir edayla Allarn’ı süzmeye başladı.


Albay’ın tüm gerginliği, görev ekibinin garnizondan çıkmasıyla birlikte adeta bir rahatlamaya dönüşmüş gibiydi. Yüzündeki ve mimiklerindeki ferahlık ve kendinden hoşnut tavır gözünden kaçmamıştı.


Uzun boylu, son derece bakımlı ve tek bir kırışıklık bulunmayan üniformasıyla, adeta durgun bir dağ gibi önünde yükseliyordu. Kısa olmasına karşın yandan son derece özenle ikiye ayrılmış saçları koyu kestane rengindeydi. Yüzü genç bir adam edasında olsa da henüz 40’larına yeni basmış bir görüntü sergiliyordu. Duruşu ve aurası ise rütbesini haykırır gibiydi. Kimileri askerlik mesleğinin kaba ve hoyratlık taşıdığını ima etse de Allarn, Tarmon’a doğru zarafetle yürüyordu. Sonra buyur beklemeden tam karşısına oturdu.


Röntgeni çekiliyormuş izlenimine kapılan Komutan Tarmon rahatsız bir ifade ile Allarn’a sordu,


—Bölgeyi ve gidiş planını biliyorsunuz, ben de defalarca inceledim. Ama anlayamıyorum! Sizce bu kayboluşun ardında ne olabilir?


Tarman, yüzüne sakin bir hava vermeye çalışsa da son derece beklenti dolu bir ifade ile Allarn’ı süzüyordu. O konuşmaya başladığında ise ağzından çıkan her kelimeyle dikkatini tek bir noktaya kilitlemiş gibiydi. 


Allarn, “Daha önce de söylediğim gibi Daren Ormanı Ondiyar’a yakın bir bölgede… o nedenle Düşkıran’a yakalanmış olma ihtimalleri yüksek ama kurtulamayacaklarını sanmıyorum. Tenebron’u düşündüğümüzde… (Alaycı bir gülümsemeyle dudaklarının kenarı kıvrıldı. Sanki ormanın kaderiyle çoktan barışmış gibiydi.) …çabuk kurtulacaklarını umuyorum.” Dedi. 


Allarn’ın gözleri, Tarmon’un masasının üzerinde bulunan mektuba ilişti. 


—Yeni bir şeyler mi var? 


Ne kadar sakin durmaya çalışırsa çalışsın, gözlerindeki parıltı ilk defa sakinlikten çok rahatsızlık içeriyor gibiydi. 


Tarmon ise masasındaki mektubu Allarn’a uzattı, 


“Siz de inceleyin…” dedi. 


Allarn büyük bir merakla eline aldığı mektubu biraz da Tarmon’u şaşırtarak yüksek sesle okumaya başladı. 


“İzci Birimi Raporu


Komutan Tarmon’un dikkatine,


Komutanım,


Emriniz doğrultusunda, üç kişilik izci ekibimle birlikte görev timini Daren Ormanı’nın doğu eteklerine kadar takip ettik. Ormanın güneydoğu yamacına ulaştığımızda, bölgede yalnız olmadığımızı fark ettik. İlk başta rastlantısal bir karşılaşma olduğunu düşündüğümüz bazı hareketlilikler, kısa süre içinde başka bir gerçekliği açığa çıkardı: 


Düşman birlikleri de aynı hedefi izliyor.


Gözlemlerimize göre söz konusu birlik, sıradan askerlerden oluşmamakta. Aralarında fiziki yapısıyla dikkat çeken, Herkül efsanelerini aratmayacak irilikte bir Valeryon da mevcut. Bu kişi, gücü ve etrafındaki askerler üzerindeki hakimiyetiyle öne çıkıyor. Bölgede yaptıkları sistematik keşifler, burada sadece rastgele dolaşmadıklarını, görev timinin izini bilerek sürdüklerini ortaya koyuyor.


Gece saatlerinde gerçekleşen bazı olağan dışı temaslara da tanıklık ettik. Görev timinden birinin düşman grubuyla belirli zamanlarda gizli temas kurduğunu gördük. Bu buluşmaların her biri gece saatlerinde, üç kez gerçekleşti. Görüşme noktası karanlıkta ve uzaktaydı, bu yüzden kimliğini tespit edemedik. Ancak gelenin hep aynı kişi olduğunu sanıyoruz.


Komutanım, bu noktada iki büyük endişem var!


Birincisi, düşman timinin izleme kapasitesi beklediğimizden çok daha gelişmiş. Sessiz, iz bırakmadan hareket ediyorlar.


İkincisi ve çok daha vahimi, içeride biri var. Görev timinden biri, karşı tarafla irtibat halinde. Kimin olduğunu henüz tespit edemedik, ama bu durum sadece izlemekle yetinmeyi tehlikeli hâle getiriyor.


Bütün bu gelişmeler ışığında, düşman birliğine daha fazla yaklaşmak istiyorum. Ancak bu hareket, yerimizin ifşa olmasına ve görev timinin doğrudan bir pusuya düşmesine neden olabilir. Bu nedenle hamle yapmadan önce emrinizi bekliyorum.


Gereğini emirlerinize sunarım.


İzci Birimi Komutanı

Şeşan”


Allarn hayretle Tarmon’un yüzüne baktı. Tarman o anda Albay’ın yüzündeki tüm kusursuz çizginin ardındaki maskeyi yakaladı gibi geldi. 


Sonra Allarn şaşkınlık ve öfke içinde “İzci Birimi de ne oluyor?” Diye sordu. 


Tarmon ise yüzü çelikten bir levha gibi doğruca Allarn’ın gözlerine bakarak, “benim görevlendirdiğim bir ekip, onları izliyordu” dedi. 


Öfkesiyle yüzündeki her bir kasın seğirdiği açıkça görülen Allarn, “Neden benim bundan haberim yok!” Diyerek haykırdı. 


Allarn’ın sesi salonun taş duvarlarında yankılanırken Tarmon kıpırdamadı. Albay’ın sözleri havada asılı kaldı, bir tehdit gibi.


Ama Tarmon’un gözleri hâlâ aynı noktadaydı. Ne geri çekildi ne de gözünü kırptı. Sanki Allarn’ın öfkesini değil, altına sakladığı gizi okuyordu.


“Ben neyi bilip neyi bilemeyeceğimi gayet iyi bilirim.” dedi soğukkanlılıkla.

“Ama siz, bazı şeyleri duymamayı seçiyorsunuz Albayım… Özellikle kulağa kötü gelenleri.”


Allarn bir an konuşamaz oldu. Gözleri kısıldı, çenesi gerildi. Ama yine de susmadı.


“Senin gibi askerler yüzünden bu ordu parçalanıyor,” dedi, sesi daha alçak ama daha sertti.


“Kendi başına karar alanlar yüzünden…”


Tarmon bir adım attı, aralarındaki masa artık bir engel değilmiş gibi konuştu.


“Ben karar almadım, önlem aldım. Çünkü biz burada sadece harita değil, gerçeği de arıyoruz. Ve gerçek, içeriden sızıyor Albayım. Soru sormayı bırakıp etrafınıza iyi bakmaya başlarsanız, belki siz de görürsünüz.”


Allarn’ın eli belindeki kayışa gitti ama orada durdu. 


“Sınırımı zorluyorsun.” dedi tıslayarak.


Tarmon başını hafifçe eğdi, ama alaycı değil; acı bir saygıyla.


“Benim görevim sınırları çizmek değil, onları kimlerin ihlal ettiğini bulmak. Bu yüzden buradayım.”


Bir sessizlik oldu. Sadece odanın dışında koridordan geçen askerlerin ağır adımları duyuluyordu — bir nöbet değişimi ya da yeni bir tehlike daha.


Allarn, gözlerini Tarmon’dan ayırmadan, sessizce geri çekildi. Sırtı dönükken bile bir emir verir gibi konuştu:


“Bu konuşma burada bitmedi, Komutan.”


Tarmon yalnızca bir şey söyledi arkasından:


“Bitmediğini biliyorum, Albayım. Zaten her şey yeni başlıyor.”


(Yeni bölüm her çarşamba saat 17.00’de yayımlanıyor)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tenebron

Tenebron - bölüm 2 (Doğu Kapısı)

Tenebron - bölüm 4