Tenebron - bölüm 3 ( Düşkıran Korusu)

Normal bir askeri birliğin yürüyerek kat edeceği bu yol, şüphesiz 10 gün sürerdi. Ancak her biri Valeryon olan dört kişilik bu özel tim için yalnızca iki buçuk gün yeterliydi. Temir içinse bu mesafe… en fazla bir buçuk dakika!



Ne var ki, hız avantajına rağmen böylesine tehlikeli ve stratejik bir bölgeye onu tek başına yollamak, kimsenin göze alabileceği bir risk değildi. Üstelik Temir bir izci değildi. Mordet gibi toprağın izini, suyun hafızasını, ağaçların fısıltısını okuyamazdı. Bu yüzden diğerleri gibi ilerlemek, onların gözetiminde hareket etmek zorundaydı.


Yolculuğun altıncı saatine gelindiğinde, takım huzursuzluktan çok bıkkınlığa teslim olmuştu.

Temir içinse ilk iki saat tam anlamıyla işkenceydi. Hızla koşmak değil, onu yavaş koşmak yıpratıyordu. Adımlarını törpülemek, kaslarını frenlemek, içindeki doğal tempoyu bastırmak… Hayatında ilk kez, koşarken yoruluyordu.

Küçük molaların ardından yeniden harekete geçmek, normalde saniyelik bir geçişkenlikken, şimdi başlı başına bir mücadeleye dönüşmüştü. Vücudu hızlı gitmek istiyor, zihni ise frenleri indir diyordu. Bu çelişki onu kan ter içinde bırakıyor, nefesini düzensizleştiriyordu.

Bu garip durum sadece onu değil, takım arkadaşlarını da şaşırtmıştı. Temir’in bu kadar çabuk tükenmesi, sık sık duraklamalarına neden oluyor; planlanan sürenin bile uzaması riski doğuyordu.

Huzursuzlanan Mordet, takımı durdurarak kısa bir toplantı önerdi.

“Durumunu anlamaya çalışıyorum,” dedi, sesi soğukkanlı ama içinde sabırsız bir tonla. “Ama böyle devam ederse, belirlediğimiz vakitte orada olamayacağız. Yanımıza at ya da binek hayvanı alamayız hem gürültü yapar hem de yavaş kalır. Sessiz ve iz bırakmadan gitmeliyiz, bu da seninle oldukça zorlaşıyor Temir! Böyle bir sorun olduğunu biliyor muydun? Eğer biliyordun da söylemediysen, bu ciddi bir sorun!”

Temir, öfke ve küçük düşmüşlük arasında bir noktada donakaldı. Gözleri tek tek her birinin yüzünü taradı, çenesi kasılmıştı. Sesi hırçın ve neredeyse çocukça bir inatla patladı:

“İlk defa yavaş koşuyorum!”

Sözcükler dudaklarından döküldüğü anda kalbi deli gibi atıyordu. İçinde bir yer, ilk kez gerçekten zayıf hissetmişti. O her zaman en hızlı, en üstün olan kişiydi. Ama şimdi… ilk defa bir yük gibi hissediyordu. Ve bu duygunun ağırlığı, taşıdığı tüm kibirden daha eziciydi.

Tüm bedeni titriyor, her saniye Mordet’e karşı nefretle doluyordu. Sanki suçlu oymuş gibi, sanki Temir’in düşüşünü seyretmekten gizli bir zevk alıyormuş gibi.

En sonunda sessizliği bozan Eymaun oldu. Sesi, çatışmayı yumuşatmaya çalışan biri gibi sakindi:

“Bu görevin ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Ve görünen o ki, kimse bu durumu öngöremedi hatta Temir bile. Karşımızda, onun doğasına aykırı bir durum var. Şimdi asıl mesele şu: 

Bu krizin zararını nasıl en aza indiririz?”

Gözleri, sırayla her birinin yüzünde gezindi. Karar vermeye değil, ortaklaşmaya çağırıyordu.

Kısa bir sessizlikten sonra Daimar konuştu. 

Gözlerini Temir’e değil, uzak bir noktaya dikmiş düşünüyordu. Sesi sakindi ama içinde bir ağırlık vardı.

“Her şeyi hesaba kattığımızda Temir’in rolü aslında en önemlisi! Çünkü belgeyi alıp bölgeden olabildiğince uzaklaşacak kişi o…” diyerek doğruca Mordet’in yüzüne baktı.

“Dolayısıyla Temir gözden çıkarılamaz!”

Sonra Mordet’e, pratik düşünmeye çalışan bir ifadesiyle:

“Bu hızla, tahmini ne kadar gecikiriz?”

Mordet’in yüzü ekşidi. Sabırsız ve aksi bir sesle:

“3 güne çıkar. Oraya tam gece yarısı varmak durumunda kalırız. Eğer şafakla uyumlu şekilde hareket etmek istersek 4 güne çıkar. Ama yol üstünde bir engelle karşılaşırsak… bu iş uzar da uzar.”

Mordet kendine engel olamıyor gibiydi.

Elini yumruk yaparak yanlarında yükselen eski bir ağacın gövdesine vurdu.

Şafak sökmüş, gökyüzü kan kırmızı renginde yer yer alacalı bir görüntü sergiliyordu. Garnizonun çevresinde yükselen Kızıl Köknar Ormanı’nı geride bırakalı çok olmuş, hemen sonra Güneşli Vadisi’nde yol almışlardı. Daha da kuzeydoğuya ilerleyen grup, Daren Ormanı’na giriş yapmıştı. Önlerinde bir görünüp bir kaybolan dağlar ve ovaları geçerken hiçbir sorunla karşılaşmamışlardı. 

Bu sırada onları doğru yoldan götürebilmek için kah ağaca çıkıp kah toprağa kulağını dayayan Mordet, Alkanaz Nehri’ni geçtikten sonra huzursuzlanmaya başlamıştı. Hem Temir’in sürekli molaya muhtaç hâli hem de içinde bulundukları ormanın kasveti onu çileden çıkarır gibiydi.

Bir keresinde “Acaba diğer dönemeç miydi?” dediğini bile duymuşlardı.

Tam da bu sırada Mordet hem Temir’in durumunu görüşmek hem de bulundukları ormanın o orman olup olmadığını anlamak istiyordu. Ama içinde ağaca tırmanmak konusunda da çılgınca bir istek vardı.

Kendinde bir tahammülsüzlük hissediyordu. Ancak yolculuğun koşullarını da kabul etmek zorunda olduğunu biliyordu. Ama içinde bir yerlerde küçük bir ses, ona bu nefretin anlamsız olduğunu söylüyordu. O ses, yolunda olmayan bir şeylerin olduğunu fısıldasa da Mordet, Temir her konuştuğunda o sesi bastırmayı başarıyordu.

Hemen yanında bulunan o yaşlı ağaca vurduktan sonra darbenin etkisiyle dört adam bir yankı duydu. Gövdeden yukarıya doğru sanki elektrik çarpmış gibi titrediğini gördüler. Ardından dallardan aşağı tuhaf bir madde dökülmeye başladı. Belki polen, belki kuruyan yapraklardan arta kalanlar. Ama ikisi de mantıksız bir ihtimaldi.

Grup, havada süzülen o şeylerin çok daha garip olduğunu fark etti. Kar tanesi kadar hafifti ama pullar gibi parlak, adeta gölgeyle işlenmiş gibiydiler. Tenlerine dokunduğunda serin ama iç gıcıklayıcı bir hisle birlikte, bilinçaltlarına gölgeler bırakıyordu.

Hiç rüzgâr esmiyordu ama pullar dans ede ede üzerlerine yağarken Temir’in içi bir anda alevlendi.

Göz bebekleri büyüdü, nabzı göğsünü döver gibi atıyordu. Bir şey, içindeki sabrı kemiriyor, kelimeleri ağzına itiyordu. Bağırmak istemiyordu aslında ama kendini de durduramayacağının farkındaydı.

“NE İMA EDİYORSUN!” diye patladı. “BEN Mİ SİZİ GERİ BIRAKIYORUM? KÂĞNI GİBİ İLERLEYEN SİZLERSİNİZ!”

Sesi, ormanın içinde yankılandı. Herkes bir an şaşkın gözlerle ona baktı.

Temir’in gözleri Mordet’e kilitlenmişti, ama bakışlarında yabancı bir parıltı vardı. Sanki gerçek Temir geride kalmış, yerine başkası gelmişti.

Duyduğu her sözle birlikte kaşları daha da çatılan Mordet’in gözleri adeta alev atar gibiydi.

Karşısında sinir bozucu bir sinek vızıldayıp duruyordu. Mordet ani bir hamle yapacakken Daimar onu tuttu. Yüzü öfkeden çok şaşkınlıktan gerilmişti.

“Neler oluyor size! Bu ne şimdi? Mordet, beni dinliyor musun? Kavgadan daha…”

Sözünü bitiremeden sanki deprem olmuş gibi toprak ani bir yalpa yapmıştı.

O anda Temir, ayak bileğinde bir temas hissetti. Ama farkına varmak için geç kalmıştı. Dev bir sarmaşığın dört kollu ucundan biri onu havaya fırlattı. Çığlığı boğazına düğümlenen Temir, dehşet içinde yerden dört metre yükseklikte kendini asılı buldu. Ardından aynı sarmaşık, diğerlerine hamle yaptı. 

Eymaun ve Daimar öyle hızlı hareket etmişlerdi ki, anlık kıpırdanmayı daha yeşil kıvrımlar hareket etmeden görmüş gibiydiler.

Mordet ise belini kavrayan dev bir sarmaşık ile güreşiyor, elindeki keskin kenarlı süngüyü daha iyi kullanabileceği bir açı arıyordu.

O anda tuzağa yakalanan ikili, Daimar’ın onlara kükreyen sesini duydu:

“YANLIŞ BİR HAREKET YAPMAYIN! SARMAŞIĞI KESMEYE ÇALIŞMA MORDET!!!”

Mordet bir anda durdu. Sarmaşıklar onu her defasında daha da çok sarmalamaya devam ederken, boğulacağını hissetti.

“Kesmeyeceksek nasıl kurtulacağız?”

Temir ile Mordet’in tüm vücudu artık sarmaşıktan görünmüyor ve bilinmeyen bir yere sürüklendiklerini hissediyorlardı.

Mordet, hem korku hem de öfkeyle Daimar ve Eymaun nerede olduğunu merak etti. 

“‘Hamle yapma!’ Tamam… öyleyse neden yardım gelmiyor…! Hangi cehennemdeler?” 

Görmeyen gözlerle dev sarmağın kıvrılıp bükülen gövdesinin kuvveti onu daha da tedirgin ve çaresiz hissettiriyordu. Bu his tüm zihninin doldurmaya başlayınca bir anda dank etti.

Derinlerde bir hatıra, Mordet’in zihninde gecikmiş bir korkuyla yüzeye çıktı. Bu sarmaşıkları daha önce görmüştü… Burası Alkanaz değil… Ondiyar’dı. Ve bu da Düşkıran… 

(Yeni bölümler her çarşamba saat 17.00’de yayımlanıyor)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tenebron

Tenebron - bölüm 2 (Doğu Kapısı)

Tenebron - bölüm 4